roman cümlesi

"İnsan hayatı, okunması gerekli kitapların yanında çok, ama çok kısadır. İyi bir okuyucunun okuyabileceği kitap sayısı iki, üç bini geçmez. Bu nedenle asla rastgele okumamalıyız. Ben kitap değil, yazar okuyun derim." (Mehmet Eroğlu)

30 Kasım 2011 Çarşamba

Tarık Ali: Nato Pakistan'a Neden Saldırdı?


Not: Yazarlarımızdan Tarık Ali'nin Nato'nun Pakistan saldırısına dair analizi...
Cumartesi günü Afgan sınırı yakınındaki bir Pakistan kontrol noktasına düzenlenen ve 24 askerin öldüğü NATO saldırısı kasten yapılmış olmalı. NATO komutanları, bu kontrol noktalarının işaretli olduğu haritaları uzun süredir Pakistan ordusundan almaktaydı. Hedefin askeri bir karakol olduğunu biliyorlardı. Önce kendilerine ateş açıldığı açıklaması kulağa pek de inandırıcı gelmiyor ve İslamabat tarafından şiddetle reddedildi. Daha önce yaşanan buna benzer saldırılar ‘kaza’ olarak duyuruluyor ve özürler sunulup kabul ediliyordu. Bu kez durum daha ciddi görünüyor. Olay, yakın zamanda gerçekleşmiş başka ‘egemenlik ihlalleri’ni (yerel basının sözleri ile) izliyordu ancak Pakistan’ın egemenliği hayalden ibaret. Ordunun yüksek komuta kademesi ve ülkenin siyasi liderleri, egemenliklerini onlarca yıl önce isteyerek teslim ettiler. Endişenin asıl sebebi, artık açıkça ve gaddarca ihlal ediliyor olması.
Pakistan, misilleme olarak Afganistan’a giden NATO konvoylarını (yüzde 49′u Pakistan’dan geçiyor) durdurdu ve ABD’den hem Afganistan hem de Pakistan’daki hedeflere karşı insansız hava saldırıları düzenlemek için ülkedeki egemenlerin izniyle inşa ettiği Şemsi askeri üssünü tahliye etmesini istedi. İslamabat’ın bu talep için yasal bir kılıfı da var: üs, resmi belgelerde resmen–‘egemenliği’ Pakistan’ınkinden daha da esnek olan–BAE tarafından kiralanmış görünüyor.
Saldırının arkasındaki sebepler gizemini korusa da etkilerinin ne olacağı sır değil. Ordu içindeki çatlakları daha da belirginleştirecek, Zerdari rejimini daha da zayıflatacak, İslamcı militanları güçlendirecek ve Pakistan’da hâlihazırda nefret edilen ABD’den daha da nefret edilmesine yol açacak. Öyleyse sebebi ne? Bilinçli bir provokasyon muydu? Obama, zaten hırpalanmış bir ülkede ciddi ciddi bir iç savaşın önünü açmayı mı düşünüyor? İslamabat’taki bazı yorumcular bunu savunsa da NATO askerlerinin Pakistan’ı işgal etmesi pek olası değil. Böylesine mantıksız bir hamlenin emperyalist çıkarlar açısından meşrulaştırılması zor olacaktır. Belki de sadece, birkaç ay önce Kabil’in ‘Yeşil Bölge’sindeki ABD elçiliğini ve NATO karargâhını bombalamak üzere Hakkani ağını gönderdiği için Pakistan ordunu cezalandırmayı amaçlayan bir kısasa kısastı.
NATO saldırısı bir başka krizin hemen ardından geldi. Zerdari’nin ve şimdi hayatta olmayan eşinin Washington’daki güvenilir çantacılarından biri olan ve ABD istihbarat örgütleri ile 1970′lerden bu yana süren ilişkilerinin kendisini faydalı bir arabulucu haline getirdiği ve Zerdari tarafından Pakistan’ın Washington elçiliğine atanan Hüseyin Hakkani, istifa etmek zorunda kalmıştı. Sık sık ABD’nin Pakistan elçisi olarak anılan Hakkani, suçüstü yakalanmış gibi görünüyor: ABD savunma bakanlığı çevrelerine yakın bir multimilyoner olan Mansur Ayaz’dan, Amiral Mike Mullen’a, Pakistan ordusuna karşı yardım rica eden ve karşılığında Hakkani ağını ve ISI’yi dağıtmayı ve tüm ABD talimatlarını yerine getirmeyi teklif eden bir mesaj iletmesini istediği iddia ediliyor.
Mullen herhangi bir mesaj aldığını inkâr etti. Ast bir ordu mensubu onunla çelişti. Mullen hikâyesini değiştirdi ve mesajın alındığını ancak göz ardı edildiğini söyledi. ISI bu ‘ihanet’i fark ettiğinde, Hakkani, Zerdari’nin emirlerini yerine getirdiğini söylemek yerine, tüm olayı inkâr etti. Ne yazık ki, ISI patronu General Paşa, Ayaz ile karşılaştı ve içinde mesajlar ve talimatlar olarak Blackberry ona verildi. Hakkani’ye istifa etmekten başka seçenek kalmadı. Yargılanması ve asılmasına yönelik talepler (işin içinde ordu varsa bu ikisi genelde birlikte oluyor) yoğunlaşıyor. Zerdari adamının arkasında. Ordu ise kellesini istiyor. Şimdi kavgaya NATO da karışmış durumda. Bu hikâye henüz bitmedi.
28 Kasım 2011

28 Kasım 2011 Pazartesi

Mesele'nin Aralık 2011 Sayısı raflarda!

Mesele Kitap Dergisi bu ay çıkan Aralık 2011 sayısıyla 60. sayısına ulaşıyor ve 5. yılını tamamlıyor. Dergimizin bu ayki sayısının kapak röportajı, Can Yücel'in dizelerinden tasarlanan "Can" adlı oyunu tek başına sahneleyen tiyatrocu Kemal Kocatürk'le yapıldı. Derginin diğer yazarları arasında Semra Topal, Celal Başlangıç, Sarphan Uzunoğlu, Onur Caymaz yer alıyor.

22 Kasım 2011 Salı

Arundhati Roy: ''Hepimiz İşgalciyiz!''


(Yazarın 16 Kasım 2011’de Washington Meydanı’ndaki Halk Üniversitesi’nde yaptığı konuşmanın metnidir.)

Salı günü polis Zuccoti Parkı boşalttı ama bugün insanlar geri dönüyor. Polis bilmelidir ki, bu bir mıntıka mücadelesi değildir. Orada burada bir parkı işgal etme hakkı için mücadele etmiyoruz. Adalet için mücadele ediyoruz. Yalnızca Amerikan halkı için değil, herkes için adalet.

ABD’de İşgal hareketinin başladığı 17 Eylül’den beri başardığınız, imparatorluğun merkezine yeni bir imgelemi, yeni bir politik dili sokmaktır. Sersem bir tüketiciliği mutluluk ve tatminle aynı kefeye koymaya cezbederek herkesi zombilere dönüştürmüş bir sisteme hayal etme hakkını yeniden soktunuz.

Bir yazar olarak bunun muazzam bir başarı olduğunu söyleyeyim. Size yeterince teşekkür edemiyorum.

Adaletten söz ediyoruz. Bugün biz burada konuşurken, ABD Irak’ta ve Afganistan’da bir savaş yürütüyor. İnsansız Amerikan savaş uçakları Pakistan’da ve ötesinde sivilleri öldürüyor. On binlerce ABD askeri ve ölüm mangası Afrika’ya hareket ediyor. Eğer Irak ve Afganistan’daki işgalleri icra etmek için trilyonlarca dolar paranızın harcanması yetmez ise, bu defa İran’a karşı bir savaş methediliyor.

Büyük Depresyon’dan beri silah üretimi ve savaş ihracı ABD’nin ekonomisini canlandırmak için kullandığı ana yollar oldu. ABD daha yakın zamanlarda Suudi Arabistan’a 60 milyar dolar değerinde silah satışı yaptı. Birleşik Arap Emirlikleri’ne binlerce bunker buster bombası (sığınakların içindekileri de imha etmeye yarayan bir bomba türü, ç.n.) satmayı umuyor. Afrika’nın en yoksul ülkelerindeki toplam yoksul nüfusundan daha fazla yoksulu olan ülkem Hindistan’a 5 milyar dolar değerinde askerî hava uçağı sattı. Hiroşima ve Nagazaki’nin bombalanmasından Vietnam’a, Kore’ye ve Latin Amerika’ya kadar, hepsi de “Amerikan yaşam tarzı”nı güvence altına almak için yürütülen tüm bu savaşlar milyonlarca can aldı.

Bugün biliyoruz ki -dünyanın kalanının arzulaması istenen bir model olarak- “Amerikan yaşam tarzı”, ABD nüfusunun yarısının servetini sadece 400 kişinin ele geçirmesiyle sonuçlandı. Bu ise, ABD yönetimi bankaları ve şirketleri kurtarırken -sadece Amerikan Uluslararası Grubu’na 182 milyar dolar hibe edildi- binlerce insanın evlerinden ve işlerinden atılması demekti.

Hindistan hükümeti Amerikan ekonomi politikasına tapıyor. Son 20 yıllık serbest piyasa ekonomisinin sonucu olarak, bugün en zengin 100 Hindistanlı, ülkenin GSYİH’nin dörtte biri değerinde varlığa sahiptir; oysa halkın yüzde 80’i günlük 50 sentten daha az bir gelirle yaşıyor; ölüm spiraline sürüklenen 250 bin çiftçi intihar etti. Buna “ilerleme” diyor ve kendimizi “süper güç” olarak düşünüyoruz. Sizler gibi biz de nitelikliyiz: Nükleer bombalarımız ve rezil bir eşitsizliğimiz var.

İyi haber ise şu: İnsanlar artık bıktı ve bu durumu kabullenmiyorlar. İşgal hareketi, dünya genelinde en yoksul halk kesimlerinin ayağa kalktığı ve bulundukları yerlerde en zengin şirketlere engel olduğu diğer binlerce direniş hareketine katılmış durumda. Sizleri, siz Amerikan halkını da bizim tarafımızda göreceğimizi ve İmparatorluk’un merkezinde bunu yapmaya kalkışacağınızı çok azımız hayal etmişti. Bunun taşıdığı muazzam anlamı nasıl anlatacağımı bilemiyorum.

Onlar (yüzde 1), taleplerimiz olmadığını söylüyor… Muhtemelen sadece öfkemizin bile onları yıkmaya kafi olduğunu bilmiyorlar. İşte birlikte üzerinde düşünebileceğimiz birkaç “ön-devrimci” fikir:

Eşitsizlik üreten bu sisteme “dur” demek, gerek bireyler gerek şirketler tarafından dizginsizce yürütülen servet ve mülkiyet birikimini sınırlandırmak istiyoruz.

“Dur” diyenler ve ‘yasak’ destekçileri olarak şunları talep ediyoruz:


-Sermayelerin kartelleşmesine son vermek. Örneğin, silah üreticileri Tv kanallarına sahip olamaz; maden şirketleri gazete çalıştıramaz; ilaç şirketleri kamu sağlık fonlarını kontrol edemez.
-Doğal kaynaklar ve temel altyapı –su rezervi, elektrik, sağlık ve eğitim özelleştirilemez.
-Herkes barınma, eğitim ve sağlık hizmeti haklarına sahip olmalıdır.
-Zenginlerin çocukları anne ve babalarının servetini miras olarak alamaz.


Bu mücadele hayal gücümüzü yeniden canlandırdı. Kapitalizm yol boyunca bir yerde adalet fikrini “insan hakları”na indirgedi. Eşitlik düşü kurma fikri ise bir kafirliğe dönüştü. Yerinden edilmesi gereken bir sistemi reformlarla tamir etme mücadelesi vermiyoruz.

“Dur!” diyenlerden biri ve bir ‘yasak’ destekçisi olarak mücadelenizi selamlıyorum.

Salaam ve Zindabad!

17 Kasım 2011

The Guardian’dan Sol Küre tarafından çevrilmiştir

15 Kasım 2011 Salı

Hitler'i Tek Başına Öldürmeyi Planlamış Komünistin Heykeli Dikildi

Nazilerin dünyanın başına neler getireceğini anlayan komünist marangoz Georg Elser, 1939 yılında Hitler'e ve diğer ileri gelen Nazilere suikast planlamıştı. Berlin şehri bundan 72 sene sonra Hitler'in sarayına bakan Elser heykelinin açılışını yaptı. Georg Elser'in hayat hikayesini anlatan ve Helmut Ortner'in kaleme aldığı "Suikastçı - Hitler'i Tek Başına Öldürmek İsteyen Adam" romanı geçen ay Agora Kitaplığı'nca yayınlanmıştı.
Almanya'da Berlin'de 1939 yılında Adolf Hitler'i öldürmeye teşebbüs eden komünist marangoz Georg Elser'in heykelinin açılışı yapıldı. Elser'in 17 metrelik çelik heykelinin açılışını yazar Rolf Hochhuth yaptı.
200 bin avroya mal olan heykeli şehrin yöneticileri pahalı bulmuş ancak Hochhuth'un da çabalarıyla sonunda Berlin senatosu heykeli finanse etmişti.
Hitler kılpayı kurtulmuştu
Marangoz Elser, Komünist Parti üyesi sade bir emekçi idi. Nazizm'in Almanya'nın ve dünyanın başına neler açacağının rejimin ilk günlerinden itibaren farkına vardı Elser suikast planını savaşın başlamasından önce yaptı.
Elser, 8 Kasım 1939'da, Almanya'nın Polonya'yı işgal etmesiyle başlayan II. Dünya Savaşı'nın ikinci ayında, Münih'te Nazi rejiminin ileri gelenlerinin uğradıkları bir birahaneye ev yapımı bir bomba yerleştirdi. Bu ileri gelenler arasında Hitler'in yanısıra Hermann Göring ve Joseph Goebbels de vardı.
elser_isim.jpg
Elser bomba düzeneğini titizlikle planlamasına rağmen Hitler'in sisli hava nedeni ile yolculuk planlarını değiştirip konuşmasını normalden 13 dakika daha erken bitirip ayrılmasıyla suikast planı başarısız oldu.
Elser yakalandıktan sonra ciddi işkencelere maruz kaldı ve beş sene boyunca Dachau Toplama Kampı'nda tutsak kaldı. Elser, II. Dünya Savaşı'nın sonlarına doğru 9 Nisan 1945'de Hitler'in intiharından sadece günler önce Hitler'in emri ile infaz edildi.
Heykelin seçimi
heykel_gunduz.jpg
Georg Elser'in anısına yapılacak heykel için 200 bin avro ödüllü iki aşamalı bir yarışma düzenledi. Yeni Güzel Sanatlar Derneği Başkanı Leonie Baumann başkanlığındaki jüri ilk aşamada 207 yapıttan 12 tanesi belirledi. İkinci aşamada jüri Berlin'li sanatçı Ulrich Klages'in yapıtını seçti.
Elser'in profili formunda olan heykel 17 metrelik boyu ile ağaçların üzerinden Hitler'in çalışma mekanı olan Alman Şansölyesi'ne bakıyor. Heykelin seçimindeki kriterler Georg Elser'in kişiliğini yansıtması ve şehir dokusuna uyumu olmuş.
Heykel'in yükseldiği kaldırımda ise Elser'den alıntı cümleler yer alıyor. Floresan aydınlatması ile bu cümleler tıpkı heykel gibi gece de görülüyor.
KAYNAK: SOL.ORG.TR

1 Kasım 2011 Salı

Kasım'da Agora Kitaplığı

Agora Kitaplığı ve Mesele Dergisi 2011 Kasım'ına yeni kitaplarla ve Mesele'nin yeni sayısı ile merhaba diyor. Bu ay içerisinde yayınlanacak kitaplar arasında Brecht'in Epik Tiyatro ve Oyun Sanatı ve Dekor eserlerinin yanı sıra ünlü aktris Jean Seberg'in portresi de yer alıyor.

EPİK TİYATRO

20. yüzyıl, dünyada yaşanan ideolojik hareketlenmelerin yanında gelen sanatsal devrimlere de şahitlik etti. Bu sanatsal devrimlerden biri şüphesiz ki Bertolt Brecht'in döneminin Almanya'sının içinden çıkıp gelen Karl Valentin'le birlikte köşebaşı tiyatrolarında yeniden yapılandırdığı epik tiyatronun yeniden tanımlanması idi. Bugün dünyanın farklı coğrafyalarında yaygın olan bu tiyatro anlayışının tarihsel kökeni, Brecht'in epik tiyatro tanımı ve epik tiyatroya dair görüşleri Kamuran Şipal'ın çevirisiyle Brecht'in Epik Tiyatro eserinde  toplanıyor.

 JEAN SEBERG

Özellikle Jean-Luc Godard'ın Soluk Soluğa filmindeki halleriyle belleklere kazınan Jean Seberg'in Iowa'da başlayan yaşam öyküsü, döneminin sinema yıldızlarının geleneğine uygun biçimde iniş çıkışlarla dolu. Bernard Shaw tarafından yazılan Azize Joan'la başlayan sinema kariyeri boyunca küçük rollerden başyapıtlara geniş bir alanda ürünler veren Seberg'in hayatı bir aktrisin hayatı diye tanımlandığında oldukça eksik kalıyor. Kara Kaplanlar'la ilişkisi nedeniyle FBI tarafından takip edilen, ünlü yazar Romain Gary ile olaylı biçimde evlenen ve belki de ölüm kurgusunu da ondan alan Seberg'in yaşam öyküsü Maurice Guichard'ın kaleminden Ender Bedisel'in çevirisiyle Agora Kitaplığı'nca yayınlanıyor. 

OYUN SANATI ve DEKOR

Brech'in oyun sanatının genelde kitaplarda öğretilemeyeceği, tıpkı oyun gibi seyrin de kitaplardan öğrenilemeyeceği gerçeğinden yola çıkarak yazdığı Oyun Sanatı ve Dekor isimli eseri, oyun sanatının varlığının seyir sanatına gereksinimi azaltacağı savı üstünde duruyor.  Oyuncunun kişiliği ve oyunuyla yapacağı etkiyi inceleyen eser, seyirci ve oyuncu arasındaki dinamikleri olduğu kadar oyuncu ve oyun arasındaki dinamikleri de inceliyor.

 

 MESELE 59. SAYISINDA HAYDAR ERGÜLEN'İ AĞIRLIYOR

“Mesele” kitap dergimizin Kasım 2011 tarihli 59. sayısının kapak röportajı, “Aşk Şiirleri Antolojisi” başlıklı son şiir kitabı yeni yayınlanmış olan şair Haydar Ergülen. Röportajın başlığı, “Dağlar, İnsanlar ve Hatta Ölüm Bile Yorulduysa, Şimdi En Güzel Şiir, Barıştır”.
Bu ay en dikkat çeken makale/yazı, kitaplarıyla tanınan, Greenwich Üniversitesi öğretim üyesi Mehmet Uğur’un kaleminden: “Çıplak Kral AKP: ‘Sahte Kahraman’dan ‘Şirret’e”.
“Mesele”nin Kasım sayısında ayrıca, Semra Topal’ın  “Ölüm Pornosu” üzerine yazısı, Nilüfer Zengin’in Başbakan’ın annesinin ölümünün sonra medya ve kendi yandaşlarınca nasıl bir fayda nesnesi haline getirildiğini anlatan yazısı, Mehmet Eroğlu’nun “Emine” romanında işlenen ana karakterin ayna tutulduğu bir söyleşi, yine Berat Günçıkan’ın “Çıt Yok” adlı yeni kitabı Mefisto Kitaplığı’ndan çıkan İsmail Güzelsoy’yaptığı söyleşi, Volkan Aran’ın “Occupy Wall Street” (Wall Street’i İşgal Et” hareketi eylemlerinden yola çıkarak kaleme aldığı bir analiz yazısı ve son festivallerde gösterilen yeni filmlerden hareketle, Türk sinemasının günümüzdeki halinin ek umut vermediğini gösteren Özlem Altunok’un ve Barış Yıldırım’ın Özcan Alper filmleriyle ilgili yazıları yer alıyor…