roman cümlesi

"İnsan hayatı, okunması gerekli kitapların yanında çok, ama çok kısadır. İyi bir okuyucunun okuyabileceği kitap sayısı iki, üç bini geçmez. Bu nedenle asla rastgele okumamalıyız. Ben kitap değil, yazar okuyun derim." (Mehmet Eroğlu)

22 Aralık 2011 Perşembe

Jean Seberg, Naşit, Cahit Irgat ve gelecek program... (Mehmet Güreli - Taraf)


"Bir haftadır Maurice Guichard’ın Jean Seberg kitabıyla haşır neşirim.Günaydın Hüzün ve Serseri Âşıklar’ın yıldızıyla dolaşıyorum sokakları."

Bugünün en büyük korkusu çaldı belki de kapıyı.
Acının anlatımından duyulan endişenin artık gözlerde de okunabilirliği.
Bazı kavramlarla, yapay malzemelerle örtülmüş ele alınan konuların içinde hiçbir şey olmaması.
Yalanların son aralığı ve çatlak duvarlar.
Doğarken yaşanan esnekliğe geri dönüşün sinyalleri.
Zaman, bilindiği gibi yaşanmamışlıklarla, çaresizliklerle ya da pişmanlıklarla hiç ilgili değildir.
Neyin eksik, neyin fazla olduğunu da bilmez.
Hele, yıkılan binaların, sokaklarda dolaşan insanların hikâyelerinden tamamen uzaktır.
Akar gider gün boyu.
Zaman sadece sayıklar uykusunda...
Belli etmez.
“Bir insanın kendisi doğru ise,” der Konfüçyüs, “emir vermesine lüzum yoktur, her iş kendiliğinden yürür.
Eğer kendisi doğru değilse, isterse emir versin, kimse dinlemez onu.”
Ve sorar:
“Kim kapıdan geçmeden dışarı çıkabilir? O halde insanlar neden bu yoldan gitmiyorlar?”
Hemen geçmişin tozlu raflarında bizi çok ilgilendiren bir sinemanın fotoğrafına baktığımızda ne görüyoruz?
Afişte bir Stanley Baker, bir Hardy Krüger filmi mi?
Evet, onlar kim? dediğinizde bozulmuyor anılar.
Onlar yine oradalar.
Dolaşıyorlar yalnız.
Her hafta gelecek programı merak ediyorlar.
Sabırsız veletler biliyoruz, diyorlar, çabuk geçer birkaç gün.
Sokakta Onat Kutlar’a, Antonioni’ye, Truffaut’ya ya da Nerval’e, Flaubert’e rastlama şansınız da yok.
Hele Safiye Ayla, Münir Nurettin Selçuk konserleri de bir hayal.
Eski adı Saray Sineması...
Hafif hafif sönüyor ışıklar, bir Sergio Leone filmi başlıyor.
Bir haftadır Maurice Guichard’ın Jean Seberg kitabıyla haşır neşirim.

Günaydın Hüzün ve Serseri Âşıklar’ın yıldızıyla dolaşıyorum sokakları.

Sonra Cahit Irgat’ın Çok Yaşasın Ölüler’i çıkıyor karşıma. Oğlu şair Mustafa Irgat’ı selamlıyorum.
Çiçek Pasajı’na sürükleniyorum, Cahit Irgat’ı yine görür gibi oluyorum...
Şöyle yazıyor Cahit Irgat, üstat Naşit için:
“Bir sonbahar akşamıydı. Karınca yuvası gibi insanlar kaynaşıyordu. Şehzadebaşı Millet Tiyatrosu sonraki adıyla Turan Tiyatrosu merdivenlerinde itişip kakışanlar, fıstıkçılar, gazozcular, kâğıthelvacılar... Yirmi beş kuruştu galiba o zaman tiyatronun fiyatı. Ekmeğin okkası on kuruş olduğu günler.
Aldım bileti, en ön tahta koltuklardan birine oturdum. Yüz paraya gazozumu içtim, simidimi yedim.
Perde arkasında olan biten, bütün konuşulanlar duyuluyor oturduğum yerden.”

mgureli@hotmail.com



Mehmet Güreli - Taraf

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder