roman cümlesi

"İnsan hayatı, okunması gerekli kitapların yanında çok, ama çok kısadır. İyi bir okuyucunun okuyabileceği kitap sayısı iki, üç bini geçmez. Bu nedenle asla rastgele okumamalıyız. Ben kitap değil, yazar okuyun derim." (Mehmet Eroğlu)

27 Nisan 2012 Cuma

Tahrir Kuşağı, 'Devrim' Kelimesini Hayatımıza İade Etti


Foti Benlisoy'un "21. Yüzyılın İlk Devrimci Dalgası" Kitabı Vesilesiyle:
TAHRİR KUŞAĞI, ‘DEVRİM’ KELİMESİNİ HAYATIMIZA İADE ETTİ
Osman Akınhay

Bu ay Foti Benlisoy’un, son yıllarda ülke içinde ve dışında yaşanan olağandışı gelişmelerden yola çıkarak kaleme aldığı çeşitli yazı ve makalelerini biraraya topladığı kitabı yayınlandı: 21. Yüzyılın İlk Devrimci Dalgası. Benlisoy’un geniş bir önsözle sunup güncel bir son makaleyle bağladığı bu eserin önemi, kitabın başlığında da ifadesini bulan iki temel eksen üzerinden okunabilir.
Fakat ondan önce, kitabın malzemesini de oluşturan, son yirmi küsur yılın karakteristik ve hepsi de birer dönüm noktası olaylarına bir kez daha göz atalım. Ki bunlar aynı zamanda, 1989’da Sovyetler Birliği’nin ve ‘sosyalist’ bloğun çözülüşü ve hemen akabinde Berlin Duvarı’nın yıkılmasıyla birlikte ‘ölü toprağının serildiği’, aynı olgunun Fukuyama gibi neo-liberal şampiyonlarca ‘tarihin sonu’ diye ilan edildiği günlerden sonra, kitlelerin ilk defa siyaset sahnesinde ‘atak biçimde’ yeniden boy gösterdiği bir olaylar silsilesine işaret eder:
2005’te Fransa’da varoşlarda ayaklanan göçmenlerin, Sarkozy’nin yasalarına karşı seslerini var güçleriyle haykıran gençlerin yürüyüş/gösterileri; Yunanistan’da birkaç yıldır bütün ülkeyi ve toplumun bütün katmanlarını saran grevler, direnişler, isyanlar; Avrupa’nın güneyinde neo-liberal politikalara karşı kitlesel gösteriler, İngiltere’ye ve Almanya’ya sıçrayan büyük grevler, Avrupa Birliği’ni ve dünyayı yerinden oynatan büyük ekonomik kriz; New York’ta Wall Street’te başlayan ‘The Occupy’ hareketlerinde temsil edilen orta sınıfların hayat güvencelerini ve rejimin dayanağı olma hasletlerini kaybetmelerinin gözlendiği devasa çaresizlikler; ve nihayet, ‘beklenmedik’ biçimde patlayan, bu vasfıyla devrimlerin tarihte hiç beklenmedik anlarda ortaya çıkışıyla da paralellik arz eden Tunus, Mısır, Bahreyn eksenindeki kitlesel başkaldırılar, bunu izleyen Libya ve Suriye’deki gösterilerin sırtından tezgâhlanan ‘restorasyon’ girişimleri; ve en nihayet, bizim ülkemizde, asimetrik bir güç dağılımını gösteren cılız sosyalist sol ile Kürt hareketinin sırtındaki, yeni otoriter yönelime karşı direniş cephesi.
Alt alta sıralanınca hayli kalabalık ve karışık görünen, fakat gerçekte de önemli bir ‘değişim’e işaret eden bu olayları ‘iki eksen’de şöyle tercüme edebiliriz: Birincisi, çok büyük kısmı dev tarihçi Eric Hobsbawm’ın ‘aşırılıklar çağı’ diye tarif ettiği alt üst oluşlarla yaşanan, iki büyük dünya savaşıyla çok sayıda bölgesel ve iç savaş gören ve kapitalist emperyalizmin ‘devrevi zaferi’yle sona eren 20. yüzyılın ana belirleyicileri ile; Soğuk Savaş’ta Sovyetler Birliği’ne karşı Batı’nın palazlandırıp cilaladığı ‘yeşil kuşak’ın mirasını devralan El Kaide’nin 11 Eylül 2001’deki saldırılarıyla başlayıp, sonra ‘güvenlik devleti’ panzehiri üzerinden bütün dünyayı bir mengene gibi sıkmaya başlayan yeni-neo liberal dönemle ve Fransa’daki varoş isyanlarıyla başlayan bu devrimci dalganın ‘tarihin silkinmesi’ne tekabül ettiği 21. yüzyıl başının belli başlı parametreleri arasındaki karşıtlık.
İkinci eksen ise, Avrupa ve Kuzey Afrika’da dalga dalga yayılan kitlesel hareketlenmelerin, artık iyice unuttuğumuz, ironik biçimde 20. yüzyıl sonunda “dünyanın sonunun akıllara getirilip, kapitalizmin sonunun tasavvur edilemediği” bir dünya tahayyülünü kesintiye uğratacak şekilde, ‘devrim’ kavramının yeniden politik lugatimize ve siyasal tahayyülümüze geri döndürmesi.
Bu bağlamda Benlisoy’un yazdıkları aslında, son beş-altı yıldır ara ara parlayan bir şekilde tanık olduğumuz, fakat son dönemde, bilhassa 2008 sonlarında patlak veren dünya-kapitalist ekonomik krizinden itibaren iyice hızlanan ‘tarihin tekerleği’yle birlikte bir ‘teorik karşılıklar arama’ manzumesini oluşturuyor.
Nitekim, Benlisoy’un kitabının en kıymetli yanı, eninde sonunda bir ‘Tahrir kuşağı’ çıkartan bütün bu olayları ve kalkışmaların ‘aşağıdan’ boyutunu ‘devrimci süreç’ olarak nitelemesi ve gerek polemiklerinde, gerekse analizlerinde, tartışmalarının odağına ‘devrim’ kavramını oturtması. Analizinin temel mantığını da, hem yüz yıl önceki ‘ustalar’ın teorik mülahazaları ışığında gerekse yüz yıl sonraki güncel hareketliliklerin inceden inceye gözlenmesi bağlamında, ‘devrimin talihi’ni ve ‘devrimci sürecin akıbeti’ni gözeterek kurması.
Bütün dünyada neo-liberalizmin ezici hakimiyetinin de büyük etkisinin bulunduğu ‘solun teorik kısırlığı’ koşullarında, Benlisoy’un bütün mülahazalarının bu çerçevede kurulması başlı başına bir kıymet. Fakat tabii, kitap içindeki bazı polemiklerden görüleceği üzere, yazarı bir sürü karşı-saldırıya da maruz bıraktırıyor. Ki bu saldırılardan en vahim olanı, hangi tarafın haklı haksız olduğu bir yana, yazar tarafından ‘devrimci süreç’in göstergelerine işaret edilmesinin de, yazarın muarızları tarafından ‘devrim’in ‘olmadığı’nın, ‘olamayacağı’nın, olan bitenin bir ‘komplo’dan ibaret olduğunun bağrılmasının da davullu zurnalı bir taşlama ayinine çevrilmek istenmesi.
Oysa, Benlisoy’un Mesele dergisinin Nisan sayısındaki röportajının başlığında vurguladığı üzere, bu süreçten hareketle, “Kapitalizmin sonunu düşünebiliyor olmamız bile devasa bir adım” iken, Fransa’dan Yunanistan’a, Wall Street’ten Tahrir’e, Bahreyn’den Diyarbakır’a esen rüzgârın ‘aşağıdan kitleler’in davasına neler katacağının üzerinde durulması değil midir asıl arzu edilir olan?
Şurası bir gerçek: Kapitalizme toptan ya da ağır bir darbe indiremediğiniz sürece, bütün devrimci süreçler ve kalkışmalar tarihsel görecelilik içerisinde ‘kısa süreli’ kalacaktır. Paris Komünü’nden Ekim Devrimi’ne, Meksika Devrimi’nden Afrika’daki uyanışlara, Hindiçin’den Ortadoğu’ya değin tarih bu minvalde seyretmiştir. Naçizane, Ölülerimiz Bir Tutar’da kurduğum bir cümleyle, “Modern tarih kısa dönemlerde -devrimler ve karşı devrimlerle- yazılıyor, uzun dönemlerde -bastırma ve restorasyon hamleleriyle- hazmediliyor.” Tahrir’den Diyarbakır’a olmakta olan da, hazmedilerek boğulmak istenen de budur.
Atina-Tunus-Tahrir-Diyarbakır hattı bir ‘devrimci kalkışma’ya işaret etmekte, Libya-Bahreyn-Suriye hattı da ‘kanlı bir restorasyon’un durakları olmaktadır. Fakat Benlisoy burada, ‘devrimci dinamiğin’ ne Kuzey Afrika’da, ne Ortadoğu’da, ne de Güney Avrupa’da henüz tamamen sönmediğini; kitlelerin aşağıdan mobilizasyonu devam ettiği müddetçe bu dinamiğin ateşinin diri tutulabileceğini vurgulamaktadır. Hele ki, dünyamız, kapitalizmin dünyasal krizinin ‘aşılması’ sürecinde, bütün insanlığı daha karanlık sulara sürüklemeye aday iken.
‘Devrim’ kelimesinin siyasal tahayyülümüze girmesinin can alıcı önemi de yine burada ortaya çıkar. Çünkü küresel kapitalizm belli ki, bütün emekçilerin ve işsizlerin cehennemi olan ve neo-liberalizmin ilk aşamasını da aratacağı aşikar görülen ‘esnek üretim/istihdam rejimi’ni yerleştirmenin yolunu yeryüzünün her köşesinde otoriterizmin/faşizmin yerleştirilmesinde görmektedir. Yani, küresel kapitalizmin ‘aşırı 20. yüzyıl’ın ertesinde, insanlığa bütün sunabileceği ‘daha da aşırı bir 21. yüzyıl’ olabilmektedir ancak.
Böylesi koşullarda, ‘devrim’ kerterizi dışında, tamamen ‘defansif’ kurulan arayışlarla bu ‘devasa saldırı planları’nın önünü kesmeyi tartışmak pek mümkün değildir. Ki bu ‘kerteriz’i göz önünden ayırmamak, umarız ki, önümüzdeki dönemde belki daha ‘enternasyonal’ yönelimli ortak mücadele ve örgütlenmeleri de siyasal tahayyülümüze dahil ettirebilir. Benlisoy’un kitabı en azından bunları ‘düşünme’yi sağlıyorsa, çalışması önemli bir (teorik) çabayı temsil ediyor olsa gerektir.

1 yorum:

  1. Bloggerlar toplanıyor. Yazılarınızı gityat.com ' da paylaşabilir, sitenizi tanıtabilir ve kendi kanalınızı kurabilirsiniz. Sizleri de aramızda görmek bizi çok mutlu eder.

    YanıtlaSil