Muhammed Buazizi’nin kendini ateşe vermesiyle Tunus’ta başlayan Arap devrimci süreci, ‘devrim’ kelimesini ‘bölgede’ ve dünyada gündelik kullanıma sokmuştu. Sonra, başta İspanya ve Yunanistan bir dizi Avrupa ülkesindeki kitle eylemleri, ‘öfkeliler’ (indignados) hareketi geldi, daha sonra da özellikle ABD’de ‘işgal et’ (occupy) hareketleri. Bu kez bir İspanyol devriminden, Avrupa ya da Amerikan devriminden bahsedilir oldu.
Şili’deki devasa öğrenci muhalefetine ‘penguen devrimi’ dendi. Türkiye’deyse Kürt isyanı, ya da ‘Kürt Baharı’ tabirleri giderek popülerleşti. Elbette çoğu abartılı tanımlama ve yorumlardı bunlar. Ancak devrimin kendisinin değilse bile lafzının, bir devrimin mümkün ve istenir olduğu fikrinin yaygınlaşması, yeni yüzyılın belki de en önemli, en şaşırtıcı sürpriziydi. Benlisoy'un kitabı devrimin ansızın ve ‘vakitsizce’ yeniden siyasal tahayyül dünyamıza dahil oluşuna dair.
Yazara göre bugün iyimserliğin zamanı da değil. Hele kriz karşısında, tarihin safımızda olduğu, kimi kazaları saymazsak her şeyin olması gerektiği gibi ilerlediği anlayışını süratle terk etmek gerekiyor. Yazar tarihin ‘yasa’larına ya da ‘normal’ akışına bel bağlayan bir iyimserlik, ‘felaket’ karşısında elimizi kolumuzu bağlayacağını belirtiyor.
Ancak Benlisoy'a göre bardağın dolu tarafı da var. Kapitalizmin krizi sosyal mücadelelerden bağımsız, steril bir fanusta cereyan etmiyor. Kitlelerin aşağıdan basıncı giderek daha fazla hissediliyor. Arap devrimci sürecinin bunca ilham ve özgüven verici oluşunun ardında, dünya çapında geniş yığınların mücadeleyi artık ‘gerçekçi’ bir seçenek olarak görmeye başlamasının payı yok mu? Yani son otuz yılda başımıza musallat olmuş yılgınlık atmosferi dağıtılabilir. Geçtiğimiz bir küsur yılda edinilmiş çok kıymetli deneyimler var
‘Uzun’ 2011’in en büyük kazanımıysa, devrimin yeniden bir ‘güncel’ seçenek olarak düşünülür kılınması başlamasıdır. Her renk ve eğilimden bütün Sol adına, kapitalizmin nihayet sonunu düşünebilmek dahi devasa bir adımdır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder