roman cümlesi

"İnsan hayatı, okunması gerekli kitapların yanında çok, ama çok kısadır. İyi bir okuyucunun okuyabileceği kitap sayısı iki, üç bini geçmez. Bu nedenle asla rastgele okumamalıyız. Ben kitap değil, yazar okuyun derim." (Mehmet Eroğlu)

7 Mart 2012 Çarşamba

Onca Yoksulluk Varken Tiyatro Sahnesinde



Agora Kitaplığı tarafından yayınlanan Emile Ajar'ın Onca Yoksulluk Varken'i şimdi de tiyatro sahnesinde. Gary'nin eserinin tiyatrolaştırılmasına dair Taraf Gazetesi'nde yayınlanan Murat Şevki Çoban'ın röportajını paylaşıyoruz....

Döneminin en güçlü yazarı olarak kabul edilen Romain Gary, Emile Ajar mahlasıyla Onca Yoksulluk Varken/ La vie devant soi romanını yazdığında edebiyat çevreleri “Romain Gary’nin tahtına oturacak yazar bulundu” diye sevinmiş ve romanı bir yazara sadece bir kez verilen prestijli Goncourt Ödülü’ne değer görmüştü. Ajar ile Gary’nin aynı kalemden yazdığı ise, ancak Gary intihar ettiğinde anlaşılacaktı. 20’nci yılını kutlayan Tiyatrokare, seks işçilerinin çocuklarına bakan Yahudi Madam Rosa ile kimsesiz Arap çocuğu Momo’nun öyküsünü sahneye taşıyor. Oyunun yönetmeni Nedim Saban ve başrolleri paylaşan Rüçhan Çalışkur ve Gökçer Genç ile küçük mutluluklar, yoksulluğun sağduyusu ve samimi duygular üzerine bir yapıt olan Onca Yoksulluk Varken hakkında konuştuk. 



» NEDİM SABAN

Birkaç yıl önce Fransa’da Xavier Jaillard da metni sahneye uyarlamıştı. Romanı uyarlarken, o metinden yararlandınız mı?

Evet ben yaptım. Romanın dili zaman içinde eskiyebiliyor. Ama Vivet Kanetti çeviride çocuk gözünü çok iyi yakalamış. O oyunda sanırım zamanın çok düz akmasıyla ilgili içime sinmeyen bir şeyler vardı. Biz burada zamanı da çevirdik.


Romanın anlatıcısı Momo, 14 yaşındaydı. Romanı en güzel kılan etkenlerden biri de o dünya tasavvurunu bir çocuğun algısından okumaktı. Sahnedeki anlatıcı ise 27 yaşında geri dönüşlerle o günleri anan bir adam. Bu değişikliğin sebebi ne?

Adam yazar olmuş ve kendi çocukluğuyla yüzleşmesi olarak görüyoruz. Çocukluğunuza yeni bir pencereden baktığınızda çok daha acı geliyor bana. Çocukluğunu yaşayamamış ve şimdi o döneme üçüncü göz olarak bakan adamın öyküsü bize daha ilginç geldi. Çocuk gözünüzü nerede kaybettiniz, saflığınız nerede yok oldu gibi akıl atlamalarına da kurgu yer açıyor. İlk satın alındığınız, ilk topluma uyduğunuz anı bulmak bize heyecan verici geldi.


Roman yayımlandığında aldığı eleştiriler, Yahudi kadın ile Müslüman çocuğun ilişkisinin çok masalsı olduğu yönündeydi. Bugün hâlâ masalsı bir hayal mi bu?

Ülke sınırları olduğu zaman yönetimler oluyor. Yönetimler olduğu zaman ve git gide sağa kayan bir konjonktürde maalesef bu bize masalsı geliyor. Oyunda, bir Yahudi ile Müslümanın ikisi de öteki olduğu için birbirlerini yediklerine dair çok doğru bir tespit var. Savaşa duyarlı ve naif bir bakış var.


Metinde sizi cezbeden neydi?

Momo ile Madam Rosa arasında sınıf tanımayan bir aşk da var. İntihar, savaş, ensest, ötenazi gibi konular insanlığın en derininde buluşuyor oyunda. Ayrıca oyundaki “mutluluğun doruğundayken ölmek” fikrini de ben çok önemsiyorum. Bu çok az yakalandığı için Emile Ajar bize ölümü önerir. Niye Türkiyeli aydın mutlu olamıyor ve gerektiğinde ölemiyor? Türkiyeli aydın belki de ölmeyi göze alamadığı için mutlu olamıyor. Yalnızca Fransız topraklarında değil, her tarafta yaşanabilecek çok evrensel bir öykü. İçinde yaşadığımız topraklarda bir Kürt kadınıyla Ermeni bir çocuğun da öyküsü olabilirdi bu.


O zaman uyarlamada neden daha radikal davranmadınız?

O zaman öyküye çok şey bindirip, sadeliği kaybetme riski vardı. Tiyatro sahnesinde zaten böyle bir uyarlama anlayışı kalmadı. Shakespeare’i alıp McCarthy dönemine uyarlamıyor kimse, kostümlerle dekorla Shakespeare’e başka bir açı veriyor.


Bugünün Türkiye’sine dair ne söyler oyun?

İnsan sevgisi kimliklerimize kapanıp oradan dünyaya baktığımız bir yerden değil, bütün kimliklerimizi başka birinin eline teslim ettiğimizde açığa çıkıyor. Bir seks işçisinin eline bütün kimliğimizi verebilirsek gerçek sevgiyi duymaya başlıyoruz. Ama evden sekiz ayrı kimlikle çıktığımızda bir yerde toplumla çatışıyoruz.


Topluma uyum sağlamak adına kimliğini mi feda etmeli insan?

Annelik, babalık bile öğrenilmiş kavramlar ve bizi daraltıyor. Sınırlar, kimlikler, ırklar, dinler bizi belirli kalıplara sokan ve yaşamamızı engelleyen olgular. Haliyle bunlardan kurtulmak gerekiyor.


» RÜÇHAN ÇALIŞKUR


Madam Rosa’yı beyazperdede Simon Signoret canlandırmıştı. Ondan etkilendiniz mi?

Ben filmi izleyemedim. İnternetten sahne sahne ulaşabildim. O sahnelerde de etkisinde kalmamaya özen gösterdim. Simone Signoret çok büyük bir oyuncu. Bizim baktığımız dünyadan Rosa’ya bakmaya çalıştım. Bir eser önce yazarın, bizim elimize geçtiğinde ise yönetmenindir. Hayal kırıklıkları olur; mesela Gülün Adı’nı okudum, sonra filmini izlediğimde hayal kırıklığına uğradım.


Oyun sizce ne anlatıyor?

Sevgi, katıksız sevgi. Din, dil, ırk cinsiyet ayrımı gözetmeden her insanın eşit olduğu bir dünyada yaşayabilmesini anlatıyor oyun. Bir gün sınırlar kalksa ne olurdu, diye çok ütopik gelebilecek bir hayalim vardı. Rosa, sevgi duyduğu için ayrım gözetmeden her ülkeden çocuklara bakabilen bir kadın olduğu için çok değerli. Bana göre öteki diye bir şey yok; insan var. 


» GÖKÇER GENÇ


Anlatıcının yanısıra sahnede üç karakter daha canlandırıyorsunuz. Nasıl bir maraton?

Gözlüğü takıyorum Dr Katz oluyorum, sonra Mösyö Hamil oluyorum, perukayı takıp Lola oluyorum. Hepimiz profesyonel, idmanlı oyuncular olmamıza rağmen anamız ağlıyor. Hayatımda ilk defa bu kadar sıkı zorlandığımı hissediyorum.


Onca Yoksulluk Varken, seyirciye ne vaat ediyor?

Osmanlı’dan günümüze gelen Cumhuriyet çizgisinde biz bu topraklar üstünde Ermeniler, Yahudiler, Araplar, Yezidiler, Süryaniler hepsi bu toprağın rengini oluşturmuş. Zaman zaman birbirmize ayıplarımız da olmuş; ama oyunculuğu bile biz Ermenilerden devraldık. İnanç, ırk ne olursa olsun bu toprağı ayakta tutan çoksesliliktir. Günümüz Türkiye’sinin bu metne çok ihtiyacı var.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder