roman cümlesi

"İnsan hayatı, okunması gerekli kitapların yanında çok, ama çok kısadır. İyi bir okuyucunun okuyabileceği kitap sayısı iki, üç bini geçmez. Bu nedenle asla rastgele okumamalıyız. Ben kitap değil, yazar okuyun derim." (Mehmet Eroğlu)

27 Şubat 2012 Pazartesi

Genco Erkal: Politik Tiyatronun Yeniden Gündeme Geldiğini Hissediyorum

Genco Erkal bu kez “Ben Bertolt Brecht”le karşımızda. Erkal’la biraraya gelerek hem yeni oyunu hem de son günlerde tiyatro dünyasında yaşananları konuştuk.


Röportaj: Murat Şevki Çoban - Taraf

Dostlar Tiyatrosu, Ben Bertolt Brecht adlı yeni oyunuyla, savaş, savaş sonrası yıkım, adalet arayışı, kadının düzen içindeki yeri gibi netameli konuları kabare ortamında, eğlenceli bir dille sahneye taşıyor. Genco Erkal ve Tülay Günal’la Ben Bertolt Brecht’i ve politik tiyatronun günümüzdeki durumu hakkında sohbet ettik. Tabii Şehir Tiyatroları’nın “halkın parasını çarçur etmesini,” yıkılması gündemde olan Muammer Karaca Tiyatrosu’nun son durumunu konuşmamak da olmazdı.
Brecht dev bir külliyat bıraktı ardında. Siz bu oyunu nasıl hazırladınız?
Oyun daha çok şiir ve şarkılardan oluşuyor, ama aralarda öyküleri de var. Bağlamak için oyunlardan küçük küçük parçalar giriyor. Kabare olduğundan şarkılar ağırlıkta. Ben üç bölüme ayırıyorum; başlangıcında dünyanın düzeni ve insanlar arası ilişkiler, sonra kadının bu sınıf toplumundaki yeri, kadının alınıp satıldığı düzen üzerine bir bölüm var, son bölüm ise savaşla ilgili.
Savaş, savaş sonrası yıkım, adalet arayışı, kadının bu düzendeki yeri... Kâğıt üzerinde çok netameli duran konuları kabare olarak eğlenceli bir dille sahneye taşımakla hedeflenen etki ne?
Brecht büyük bir mizahçıydı. Hiçbir şeyi komik olsun diye yazmamış, ama çok komik. Hayata eleştirel bir bakış sunduğu için, ister istemez o bakış gülmece unsuru içinde belirleniyor. En ciddi konuları anlatırken bile muzip ve haşarı bir çocuk bakışı var. Bu işimize çok yaradı. Biz de didaktik ve ders veren bir tavır takınmıyoruz.

Oyunda pek çok çevirmenin imzasını görüyoruz. Bu kadar fazla çevirmenle ortak bir dil yaratmayı nasıl başardınız?
Bütün çevirileri gözden geçirip en yakın olanları aldım. Ama onları da dramaturji çalışması yaparak ortak bir dilde buluşturdum.

78’de Brecht Kabare vardı; 86-87’de Ben Bertolt Brecht, yine Zeliha Berksoy’la birlikte. Şu anda sahnelenen metin diğerlerinden nasıl bir farklılık içeriyor?
Genel olarak şiir ve şarkılardan oyun yapma fikri hepsinde var. Parçalar, kurgu değişiyor. Güncel olan olaylar öne çıkıyor. Bu sefer ilk defa Tülay’la, yeni bir yorumcuyla birlikte bambaşka bir yorum yakaladık.

Brecht, “Kahramanlara ihtiyaç duyan ülkelere yazıklar olsun” demişti. Günümüzde tiyatro yapmak dahi kahramanca bir iş olarak algılanıyor. Beri yandan, 40 yılı aşkın bir süre boyunca politik tiyatro yaptığınız için veya bugün Brecht’in sözlerini sahneye taşıdığınız için siz de kahraman addediliyorsunuz. Bu ironiyi nasıl yorumlarsınız?
Ben hiç kendimi öyle görmüyorum. Ama biz artık parmakla gösterilen dinozorlar olarak kaldık, politik tiyatro yapanlar. Bir AST bir de Dostlar Tiyatrosu kaldı. Yeryüzünde de azaldı. Şimdi Batı’da yeniden bir canlanma var; Körfez Savaşı veya Guantanamo gibi olaylar yeniden bunları eleştiren yazarlar kuşağı doğurdu. Yeniden politik tiyatronun gündeme geldiğini hissediyorum.

Tiyatronun toplumu değiştirme gücü demişken, siz de defaatle sanatçının ve aydının, belki Sartre dönemindeki gibi toplumsal sorumluluğu olduğunu vurguladınız. Bugün, hâlâ ve inatla aynı şeyi söylüyor musunuz?
Özellikle bugün. Çünkü toplum o kadar sustu ki... Herkes “dinleniyorum” diye korkuyor. Asıl bugün konuşmak lazım.

Bu bağlamda Brecht’e başvurmak önemli olabilir: “Baskının arttığı günlerde karar verdi bizimki/ ekmeğinden olmamak için/ ağzını sıkı tutacaktı.”
Bu oyundaki en sevdiğim bölümlerden biri. Daha oyun başlarken “Ben oyun yazarıyım. İnsanların nasıl alınıp satıldığını gördüm/ insan pazarlarında” diyor. Şimdi insanların insan pazarlarında alınıp satıldığı bir dönemde yaşıyoruz.

Türkiye’de siyasî iklim her geçen yıl değişiyor, ama sosyolojik yapı da bir hayli değişti. Bu bakımdan politik tiyatronun bu süreçteki seyrini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Her on yılda bir bizde darbe gibi büyük değişiklikler oluyor. Herkesin küçümsediği 27 Mayıs’ı eleştirmemek olmaz, ama getirdiklerini de saymamız lazım. Tiyatro için Rönesans dönemiydi. O güne kadar yasaklı olan düşüncelerin ortaya çıkması 27 Mayıs Anayasası sayesinde oldu. Nâzım Hikmet basıldı, Brecht Türkiye’ye geldi. 70’li yıllar bu aydınlanmanın sonucu müthiş bir faaliyet yoğunluğu ve beraberinde tiyatro yükseliyor. 80’de tank geçmiş gibi her yeri silip süpürüyor. Sonra her şeye yeni baştan başlıyoruz ama öyle bir toplum yaratılmış ki evde kitap bulundurmak bile en tehlikeli olay.

Tiyatro açısından bakarsak, Asaf Çiyiltepe, Orhan Asena, Vasıf Öngören... Politik tiyatroda yerli yazar ve sahne insanı azlığı mı var?
Bütün bu politik gelişmelerin dışında televizyonun gelmesiyle ülke büyük bir darbe yedi. Arkasından video, CD, bilgisayar hep tiyatrodan çaldı. Buna bağlı olarak yazarlar da televizyona kaydılar.

İdealizm mi eksik?
Öyle bir kuşak yetiştirildi ki “sen sadece kendi çıkarını düşün, memleketi kurtarma, kendi paçanı kurtar.” Öyle olunca idealizm falan çağ dışı kalıyor.


Muammer Karaca’yı otel yapacaklardı

Şehir Tiyatroları’nda yaşanan son gelişmeleri nasıl değerlendiriyorsunuz?
Maalesef o çevreler her zaman sanatımızın, tiyatromuzun, sinemamızın başına dert oldu. 1960’da Sezuan’ın İyi İnsanı ilk oynadığında gene oralardan “Bu oyun yasaklanmalıdır” diye bir ses çıktı. Taşlı sopalı saldırdılar zaten prömiyer gecesi. Çünkü üç tanrı var orada. Böyle bağnaz dindarlar her dönem vardı; bundan iki yıl önce Kumbaracı50’nin başına geldi. Şan Tiyatrosu’nu yaktılar. Ne yapacakları hiç belli olmaz, acayip bir güç var orada. Şimdi de belediyeye çatıyorlar. Oynanan oyunlar da dünyanın her yerinde oynanan oyunlar. Hiçbir yerde batmamış da burada o çevrelere batıyor. Çünkü hepimizin ırzını ve namusunu onlar koruyacak; onlar olmasa ahlak kalmayacak.

Muammer Karaca Tiyatrosu’nun yıkılması gündemdeydi. Son durumu nedir?
Buraya beş yıldızlı bir otel yapıp üst katına 360 derece panoramik bir restoran açılması düşünülüyordu. Birilerine peşkeş çekilecekti. Yasal hiçbir engel kalmamıştı. Ama altımızda Tribunal diye Fransızlara ait bir yer var. Tarihî eser olduğu için onu yok etmek mümkün değilmiş. Osmanlı’nın son döneminde gayrimüslimler orada yargılanırmış çünkü. Fransızlar durdurmuşlar. Şimdi burada öyle bir inşaat yapılamayacak. Ama yönetim anlayışı korkunç. Şimdi Kutlu Doğum Haftası yaklaşıyor. O bir ay boyunca sabah dokuzda müftülüğün, öğleden sonra diyanetin etkinlikleri olacak, akşamları başka bir şey. Onun dışında sürekli anma geceleri düzenleniyor. Hâlbuki burası tiyatro. Hem de Ses Tiyatrosu’ndan sonra Beyoğlu’nun en eski ikinci tiyatrosu. Bu çok amaçlı salon hikâyesi var, belediye de bunu siyasî rant olarak kullanıyor. Yakında sünnet düğünü yapacaklar burada herhalde. Tiyatrolar maalesef üvey evlat.


‘Keşke tekrar çalışabilsek’ demiştim

Daha önce Simyacı’da birlikte rol almıştınız. Yollar nasıl tekrar kesişti?
O zamanlar yolun çok başındaydım, okul gibi olmuştu. Beş altı ay önce Genco Erkal’ı Nereye Gidiyoruz’da izledim ve “Keşke tekrar çalışabilsek” demiştim. 10 gün geçmeden Genco Erkal bu proje için aradı. Tiyatroda şarkı söylemek benim için çok özel bir durum, o yüzden uçtum.

Sizin Brecht’le muhabbetiniz nasıldı?
Ben de Brecht’e uzak bir oyuncu değilim. Okul yıllarımda da, sonrasında da pek çok oyununda rol aldım. Brecht’in oyunculuğunda da tatlı bir yan, bir mesafe vardır oyuncu ile rol arasında. Bu, daha dramatik oyunlara nazaran benim çok keyif aldığım bir şeydir.

Müzik geçmişinizin sahneye katkısı nasıl oldu?
Bu parçalar çok caza yatkın parçalar. Ben cazla tiyatronun hep birbirini desteklediğini düşünmüşümdür. O yüzden çok keyif alarak söylüyorum şarkıları.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder