roman cümlesi

"İnsan hayatı, okunması gerekli kitapların yanında çok, ama çok kısadır. İyi bir okuyucunun okuyabileceği kitap sayısı iki, üç bini geçmez. Bu nedenle asla rastgele okumamalıyız. Ben kitap değil, yazar okuyun derim." (Mehmet Eroğlu)

3 Şubat 2012 Cuma

Kıral'ın Aynasındakiler




Krallar Kralı  setinde hızlı çalışma ve planların sırasız  çekimi nedeniyle kafam karıştı.  İşi bırakmaya karar verdim. Seti terk ederken Yılmaz, (Güney) “Gitme, sete dön! Başta ben de zorlanmıştım, sen de yapabilirsin,” dedi. Yılmaz müdahale etmese bir daha film yapımıyla belki de ilgilenmezdim. Benim açımdan tarihi bir andı.  


Bu cümlelerin sahibi, Türkiye sinemasını biçim ve içerik yönünden etkileyen, o sinemayı  siyasallaştıran, kapitalizmin saldırısı altında vahşice ticarileşmeye mahkum edilen Türkiye sinemasını yeni bir cephe ile tanıştıran Erden Kıral. Erden Kıral bu kendine özgü yolculuğu yine kendi kaleminden çıkan ve Agora Kitaplığı tarafından yayınlanan Aynadan Yansıyan Hatıralar – Benim Güzel Günlüğüm ile somut bir belgeye dönüştürüyor. Kıral, yarattığı özgün, sisteme aykırı ve kapitalist sanat üretim süreçlerinin özüne muhalif tarzıyla bu kez izleyicilerin değil, okurların konuğu oluyor. Sinemayı bırakmaktan vazgeçtiği o tarihi anın bizim için ne denli talihli olduğunu kanıtlıyor. 


Kitabın önsözünde Alin Taşçıyan'ın anlattığı gibi, bir Auteur olarak Erden Kıral, her ne kadar Yılmaz Güney etrafında şekillenen bir sinema yaratıcıları grubunun üyesi gibi görünse de her daim kendini gruptan ayırmayı becermiş; ama bir o kadar da grubun merkezindeki Yılmaz Güney'in etkisini de fazlasıyla hissettiren bir isim. Kendisinin Yılmaz Güney geleneğiyle arasındaki bağı özellikle Hakkari'de Bir Mevsim filminde ortaya koyduğu yönetmenlik performansında ve kitap boyunca bir sinemacı ve bir birey olarak göze çarpan Yılmaz Güney portresinin ağırlığı ile görebiliyoruz; Kıral'ı özgün kılansa sinemasının belgesel niteliğinin hiçbir zaman oryantalizmin sığ sularında kalmaması. Onun sineması hiçbir zaman “gitmesek de görmesek de bizim olan köyleri” gitmeyenerin gözünden anlatmadı. Hakikatle yüzleşmeyi bir görev bildi. Onu özgün bir yönetmen kılan ve bugünün çok konuşulan yönetmenlerinden bile ileri bir konuma getiren de zaten bu özelliğiydi. Genco Erkal'dan yarattığı ulus devlet travmasını yaşayan Hakkari'nin ortasına düşen o karakterin Türkiye'nin siyasal ve sanatsal tarihinde denk geldiği yerin bu denli önemli olması da Kıral'ın siyasal ve kültürel birikiminin doğal bir sonucu oluyor. 


Erden Kıral'ın kitabından naif bir 'anılar bütünü' beklemek yanlış olur, onun 'güzel günlüğü', hakikat kadar sert bir nitelik taşıyor; dahası Yeşilçam sinemasının kavgalı dövüşlü atmosferinin ortasında bir çift insan gözünün şahit olduklarının ifadesi oluyor. Kitap boyunca, Bilge Olgaç, Yılmaz Güney, Vedat Türkali, Osman Seden, Türkan Şoray, Zeki Müren, Kadir İnanır, Tezer Özlü gibi isimlerle ilgili  güzel anekdot var; ama bir o kadar da ego çatışmalarının, yaratıcı insanların dünyasının kaçınılmazı olarak rekabetin ve mükemmeliyetçiliğin arayışçı karakterinin izlerini de sürmek mümkün oluyor. 


Yılmaz Güney, kitabın ve Erden Kıral'ın hayatında önemli bir yer tutuyor; zaten aksi düşünülemezdi, doğrudan tarzı olmayabilir; ancak Kıral'ın jenerasyonu açısından Güney, sineması ve karakteriyle dominant bir figür.  Örneğin Kıral Umut filmi üstüne Yedinci Sanat dergisinde yayınlanan yazısına kitabında yer verirken, Güney'in yazıya dair olumlu değerlendirmesini o değerlendirmeden pek de önemli olmasa da mutlaka ekliyor, bu ya Erden Kıral'ın Güney'e olan saygısına ya da Pablo Neruda'nın şiirine dek uzanan o bilgeliğin sanatsal analiz gücüne dair tevazusuna işaret. 


Erden Kıral, uluslararası  ödüller ve prestijli festivallerde gerçekleşen gösterimlerle taçlandırdığı  sinema kariyerinin yanı sıra, bir sinema eleştirmeni olarak da çok büyük bir önem taşıyor. Kitapta da hem filmleriyle ilgili uluslar arası basında çıkan çeşitli eleştirilerin çevirilerine yer veriyor hem de sinemaya ve sinemanın belirli eserlerine dair görüşlerini aktardığı eleştirilerini alıntılıyor. Bu alıntılar özellike Kıral'ı eleştirmen kişiğiyle tanımak isteyenlere özel bir alan sağlıyor. 


Kıral, kendi kuşağındaki insanların birçoğunun yapamadığı bir şeyi yapıyor ve tecrübeleri ile görüşlerini belgeselleştiriyor. Hâlâ fazlasıyla ciddi bir üretim sürecinin içerisinde olmasına aldırmadan, bir birey olarak, bir yönetmen olarak, bir eleştirmen olarak varlığının belgesini bize sunuyor.  Üstelik sunuş biçimi de yazarın sinema dilinin gerçekçi, net ve anlaşılır tavrından arındırılmış değil. Kitapta, gereksiz ayrıntılarla süslenmiş bir içerik bulamıyorsunuz. Aksine, Kıral kitabının başına orkestrasının başına geçmiş bir şef gibi geçmiş ve cümlelerini de filmlerindeki yöntemini kullanarak arılaştırmış. Sözünü esirgememiş; ama cümleleri de 'tüketmemiş'. Üretmenin kutsallığına hep sadık kalmış. 


Kıral'ın hatıraları  elbette birçok insan için itiraz hakkı doğuracak. Bireyin subjektif olarak aklına işlediği hakikati aktarmasının böyle bir yanı  var. Tezer Özlü, Yılmaz Güney, Elia Kazan gibi birçok isme dair yazdıkları artık itiraz edilebilirliklerini 'bu dünyada' kaybetmişken, doğal olarak 'geride kalanlar'a da söz hakkı doğuruyor. Bu bağlamda da tartışmaların arkası geleceğe benziyor. Dahası, özellikle Yılmaz Güney gibi 'tartışılamaz' hâle getirilmiş bir figürü tartışmaya açacak olması bakımından da ayrıca bir önem taşıyor. Özellikle de Yılmaz Güney'in sinema konusundaki baskıcı karakteri ve dominant 'önermeci' yapısına yapılan vurgular Güney'in de bu 'eleştirilemezlik' zırhına nasıl kavuştuğunu gösteriyor. 
Kıral, kameranın arkasına saklanmayan bir insan olduğunu bu kitapla bir kez daha kanıtlıyor. Cüretkâr bir tavırla, fazlasıyla insani gözlemler ortaya koymaktan çekinmezken, hırsı ve inatçılığı ile ön plana çıkıyor; ama tüm bunlar günlük hayatın yahut sistemin bize dayattığı bir hırs yahut inatçılık değil; aksine dayatılanın fazlasıyla göz önünden uzak tutmak istediği türden yaratıcı ve yıkıcı bir karakter taşıyan bir inatçılık tipi ve aynı yıkıcılığı sergileyen bir hırs. Kıral; asla kaybetmediği 'ben'ini yanında taşıyor kitap boyunca. O ben birilerini kırabilir; ama Kıral'ın ta kendisini ve kurgulamak istediği sinema anlayışını, hayat anlayışını ele verse de asla ondan geri adım atmaya niyetli olmadığı gerçeğiyle de bizi baş başa bırakıyor.  Edebiyatın fazlasıyla içe dönük ama dünyayla da ölesiye kavgalı temsilcisi Tezer Özlü ile ilişkisine dair detayların ve kişisel ilişkilere dair anekdotların da yer aldığı kitap , özellikle de Kıral'ın günlük  hayatta yaşadığı şeylere ve törenler, gösterimler için gittiği ülkelerde yaptığı gözlemlere dair siyasi analizleriyle hayli geniş bir yelpazeye ulaşan bir içerik sunuyor.  


Kıral'ın Türkiye'deki izdüşümünü  hesaplamamız için muhtemelen bir mucize olması ya da Türkiye sinemasının kapitalizmin ellerinden hızla kurtulması gerekecek. Ama o, Hakkari'de Bir Mevsim'de; Bereketli Topraklar Üzerinde'de ortaya çıkardıklarıyla tarihin ve hikayesini anlattığı insanların aferinini almış güzel biri olarak kalacak. Dahası, o insanları hiç tanımayan; ama insan olmayı tanıyanların da saygısını hep sıcacık bir gülümseme gibi içinde taşıyacak. Tıpkı kitabının şu bölümünde olduğu gibi: 
Locarno’da Bereketli Topraklar Üzerinde filmiyle yarışmaya katılmıştım. Eşim Tezer (Özlü) de yanımdaydı. Fırsat bulduğumuzda tepedeki göle bakan küçük lokantalara kaçıyorduk.. Bir keresinde garson kız bizim Türk olduğumuzu öğrenince, “Bereketli Topraklar Üzerinde filmini biliyor musunuz?” diye sorduğunda Tezer, “Evet, o filmi bu adam yaptı,” diye yanıtladı. Yemeğin
sonunda genç  kadın hesabı almadı, “Benim misafirimsiniz,” dedi. 


Erden Kıral'ın Aynadan Yansıyan Hatıralar'ı, onu 'misafir' etmek isteyenler kadar, onu eleştirmek isteyenler için de bir şans yaratıyor; ama bu onun, sineması ile kurduğu dilin, birilerinin görmeyi sürekli reddettikleri bir gerçekliği göstermeye dair inatçılığının Kıral'a verdiği itibardan bir şey eksiltmiyor. Çünkü o, Türkiye'de olmasa da bambaşka bir toprakta garsonluk yapan bir üniversite öğrencisinin içindeki insanı ortaya çıkartabilmiş biri, sırf bu yüzden hayatı ve düşünceleri okunmayı ve içinize dokunmayı hakkediyor. Hele ki Hakkari'de Bir Mevsim'i ya da Bereketli Topraklar Üzerinde'yi izlese de anlayamamış, anlasa da anlamazdan gelmiş insanlarla dolu bu ülkede.


Sarphan Uzunoğlu - Radikal Kitap

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder