1997’deki Booker Ödülleri’nin Küçük Şeylerin Tanrısı isimli kitabıyla kazananı olan Arundhati Roy, bu yıl adaylar arasında değil. Aslına bakılırsa, John Updike’nin Tiger Woods’vari bir çıkış olarak adlandırdığı ilk kitaptaki durumu devam ettirmesi gerekiyor.
Bunun deneme isteği 
ile ilgisi yok, elinde ikinci bir kitabın hazır beklediği bir sır 
değil. Gülerek söylediği üzere herkes bunu yıllardır biliyor. 
Oktojenaryan romancı ve eleştirmen arkadaşı John Berger hariç yalnızca 
birkaç kişi bu romanı birkaç saniyeliğine de olsa görme şansına 
erişti.  Berger o kadar etkilenmiş ki Roy’a her şeyi bırakıp, 
roman üstüne çalışması için ısrar etmiş. “Bir yıl kadar 
önce John’la evindeydik,  bana ‘Hemen bilgisayarını aç 
ve bana nasıl bir kurgu yazdığını oku’ dedi. Belki de o bu dünyada 
bu cümleleri bana söyleyebilecek tek insandır. Bir kısmını ona 
okudum ve bana şöyle dedi. ‘Hemen Delhi’ye dön ve bu kitabı 
bitir’. Ben de tamam dedim…”
Ama işler Roy’un 
umduğu gibi gitmedi.. Delhi’ye döndükten birkaç hafta sonra kapısında 
Hindistan’ın orta bölgelerindeki ormanlardaki Maocuları ziyaret 
etmesini isteyen bir not buldu.
Bu, Hindistan’ın 
gizli savaş bölgesine girmek için oldukça dayanılmaz 
bir davetti, Roy da bu daveti reddedemezdi.
Bugün, Hindistan asırlar 
önce Avrupa’daki kolonyal güçlerin geçtiği yollardan geçiyor: 
Stratejik maden kaynakları belirleniyor, bu bölgelerdeki insanlar 
göç ettiriliyor, demir cevherlerine ve benzerlerine ulaşılıyor 
ve bunu sanayileşmeyle zenginleşme için kullanıyorlar. Tek fark 
şu ki Hindistan’ın sömürebileceği bir Avustralya ya da Latin 
Amerika’sı yok. Roy’a göre “Hindistan bunun yerine kendi kendini 
yoksul nüfusunu kullanıp ham maddelere ulaşarak kolonileştiriyor.”
Yer altı kaynaklarının 
sömürüsünün başlamasından yüzyıllar sonra, bizim ülkemizde 
olduğu üzere insanlar bu uğurda yaşanan felaketin farkına vardılar: 
Yerliler bir katliama tabi tutuluyor, gelenekler siliniyor, hayatta 
kalanlarsa yoksulluğa mahkum ediliyordu. Ve sonuçta, ucuz pişmanlıklar 
eşliğinde büyük servetler elde ediliyor, sebep olunan zararlarsa 
yerinde duruyordu.
Ve şimdi Hindistan’da 
tüm bunlar tam da şimdi, zamanımızda oluyor. Ve pişmanlık 
çok daha ciddi bir boyuta ulaşıyor…
Roy Maocular’ın 
davetini kaul ederken, milyonlarca Orta Sınıf’ın rahatsız olduğu  
Adivasi’ye (Hindistan’ın kabile insanları) ormanlardaki Hindistan’ın 
ortasında yapılanların farkındaydı.
Hindistan’ın sözde 
Naxalite isyanının başlayışı 1950’larda Batı Bengal’daki 
Naxalbari kasabasına dayanır ve sayısız şekillerde bölünerek, 
teslim olarak ya da yozlaşarak bugüne kadar varır. Ama 2005’te 
Başbakan Manmohan Singh bu hareketin profilini onları en büyük iç 
tehdit olarak tanımlayarak bir anda zirveye sıçrattı.
Roy, zamanlamanın 
manidar olduğuna inanıyor. “Hükümetin birçok maden şirketi ve 
yer altı kaynaklarına ilişkin kuruluşla anlaşma yaptığı bir 
döneme rastlamıştı” diyor. “Basit bir biçimde söylemek gerekirse 
nehirleri, dağları, ormanları özel şirketlere sattılar. Buralarda 
yaşayan insanlara karşı bir savaş açmalılardı ki buradaki maden 
şirketleri işlerini rahatça görebilsinler”.
Yüz binlerce paramiliter 
‘görevi’ yerine getirmek için ormanlara yrleştirildi. Bunu 
Maocular tarafından girilmiş yüzlerce köyün yakılması 
ve boşaltılmış kasabalardaki insanların kurduğu yol kenarı kampları 
ve iki tarafça dökülen onca kan izledi…
Ancak orman boyunca 
yürüyerek ve Maocuların hikayelerini dinleyerek, Roy bu felaketi 
hasıraltı etmek için Hint medyasının çok ciddi oyunlara 
başvurduğunu fark etti. İsyancıların %45’i kadın %99’u ise 
yerlilerdi. Son bir umut olarak, yaşadıkları yerleri, yuvalarını 
korumak adına ellerine silah almışlardı.
“Buradaki (ormandaki) 
insanlar kuşatma altında” diyor Roy. “Alışveriş yapmaya çıkamıyorlar 
çünkü marketler polis ve hafiyelerle dolu, ilaç alamıyorlar, karne 
de alamıyorlar.” Singh’in açıklamasından sonra Anti-Maoist Salwa 
Judum adlı bir kontra grup kurulmuş. “2005’ten başlayarak, Salwa 
Judum 600 kadar köy yaktı, 360 bin insanı kaçmak zorunda bıraktı 
ve 50 bin kadarı kamplara taşınırken büyük çoğunluğu ülkenin 
dışına kaçmak ya da ormana yerleşmek zorunda kaldı” diyen Roy 
bunun büyük bir insanlık trajedisi olduğuna dikkat çekerek Birleşmiş 
Milletler tanımına göre bunun soykırım olduğunu açıkça vurguluyor.
“Suçlu olarak lanse 
edilen Adivasiler bugün terörist olarak algılanıyorlar” diyen 
Roy bu insanların yalnızca evlerini kurtarmak ve ürünlerini ekmek 
istediklerini, Maoistlerle birlikte ormanda yaşamanın terörist sayılmak 
için gerekçe sayıldığını söylüyor.
Gezisiyle ilgili yazıları, 
Walkin with Comrades, geçtiğimiz yıl Hindistan’da ilk yayınlandığında 
Roy bu isyancıları ‘insan gibi göstermek’ ile suçlanmış. Gandhi’nin 
şiddet karşıtı prensiplerine bağlanmış orta sınıfa göre bu 
insanların silahla olan bağları onları kör etmiş durumda. Ama 
Roy’a göre durum öyle değil. Roy bu insanların başka seçeneği 
olup olmadığını sorguluyor.
“Gandici direnişin 
politik alanın son derece etkili ve ahlâki bir formu olduğuna inanıyorum, 
bu tarz size ılımlı bir kitle de kazandırıyor” diyen Roy “Peki 
ya geri kalmış bir köyde herhangi bir yerden millerce uzakta olduğunuzda” 
diye soruyor. “Aç bir insan açlık grevine girebilir mi?”
Romanının aldığı 
ödülden bu yana Roy Hint orta sınıfının sinirlerini hoplatmakta 
ustalaşmış durumda. Bu onun sonsuz hassasiyetini yansıtan bir hediye 
gibi. Bazen derisi olmaksızın yaşadığını hissettiğini söylüyor. 
“Korunmaksızın yaşıyorum. Ne zaman derisiz yaşarsanız o zaman 
tüm zamanlarda anlatılması gereken şeylere ulaşabiliyorsunuz.”
“Yaşadığım ülke 
her geçen gün daha da baskıcı daha da polis devleti haline geliyor. 
Hindistan devlet olarak gün geçtikçe sertleşiyor. Dağınık, sevimli 
bir demokrasi görünümünü devam ettirmesi gerekirken, kameranın 
görmediği yerlerde durum gittikçe umutsuzlaşıyor.”
Ama aynı zamanda 
hala açık bir toplum olarak kalmayı sürdürüyor ve kazanılacak 
çok fazla kavga var. 2009’da devlet Greenhunt Operasyonu’nu ve 
ormandaki ya da dışındaki Maocular’ın tamamını öldürmeyi planladığını 
açıkladı. “Hint elitleri arasında onlara Maocu teröristler demekte 
bir sorun yok, onlara göre Maocular çoktan insanlıktan çıkmış. 
Ve, ben, bir Maocu olmasam da, onlarla ilgili yazdığımda bu onları 
insan gibi gösteriyor ve çok büyük farklılıklar yaratıyor.”
“Çok ilginç tartışmaların 
patlak verdiği bir dönemdeyiz. Şu an doğru bir zamanda yapılan 
iyi bir müdahale, bir devrime yol açamasa da tartışmanın paradigmasını 
değiştirebilir.”
Romanın daha beklemesi gerekecek diyor. Ona göre politik yazıları insanlara nefes alabilecek bir alan sağlıyor. “Yaptığım işle ilgili en çok sevdiğim şey onun yazıldığı dilden Hindistan’ın yerel dillerinden olan Oriya, Kanada ve Tellugu’ya çevrilmesi. İnsanlar izole hissedip hissetmediğimi soruyorlar: Size ne kadar az izole edilmiş olduğumu anlatamam. Nasıl geri izlenim aldığımı soranlara trafik ışığında benim de beklemek zorunda olduğumu söylüyorum. Onlar dinamik bir şekilde öfke ve tartışmanın sürdüğü, günün her anına yayılan anlar.”
Notlar:
- Arundhati Roy'un Hindistan'daki Maocularla görüşmelerini anlattığı kitabı "Yoldaşlarla Yürümek" kitabı Agora Kitaplığı'nca yayınlanacak.
 - Sarphan Uzunoğlu tarafından çevrilmiştir...
 


Hiç yorum yok:
Yorum Gönder