roman cümlesi

"İnsan hayatı, okunması gerekli kitapların yanında çok, ama çok kısadır. İyi bir okuyucunun okuyabileceği kitap sayısı iki, üç bini geçmez. Bu nedenle asla rastgele okumamalıyız. Ben kitap değil, yazar okuyun derim." (Mehmet Eroğlu)

18 Ekim 2011 Salı

Bizi buluşturan vicdanımızdan başka bir şey değil



Yazar Mehmet Eroğlu ve yeni romanı "Emine"deki Hasan Hoca karakterine ilham veren İhsan Eliaçık VatanKitap için bir araya geldi.

Türk edebiyatının görkemli kalemlerinden Mehmet Eroğlu, “Fay Kırığı” üçlemesine “Emine” ile devam ediyor. Eroğlu’nun bir aşk örgüsü etrafında günümüz Türkiye’sini, meselelerini ele aldığı romanın en büyük sürprizi ise kahramanı Hasan Hoca’nın İhsan Eliaçık’tan esinlenerek yaratılmış olması... Biz de biri komünist, diğeri siyasal İslam kültüründen gelen bu iki ismi buluşturduk.
Bu yüzden bu sohbet “farklı dünyaların” insanları gibi duran ama aslında “aynı dünyanın” insanlarından bile birbirlerine yakın olan iki kişinin buluşmasıydı. Ama belirtmek isterim bu buluşmayı sadece siyasetle sınırlamamak gerek. Çünkü Mehmet Eroğlu ve İhsan Eliaçık buluşmasının bundan çok daha evrensel bir yanı vardı. O gün, orada insanlık tarihinde kolay kolay rastlanmayacak bir şey olmuş, nadiren buluşabilecek iki kişi buluştu: Yazar ve kahramanı!
Mehmet Bey, “Fay Kırığı” üçlemesinin ikinci romanı olan “Emine”de Sosyalizm ve dinin birlikteliğine değiniyorsunuz. Bu ilişki bugün çok gündemde, ki İhsan Eliaçık da bunu dile getirenlerden biri. Bu ilişki sizin ne zaman ilgi alanınıza girdi?
Mehmet Eroğlu: 1995’ten beri... Yani Müslüman hareketinin, toplumcu bir damarının olabileceği ve ille de zenginlerden yana olması gerekmediği konusunda düşüncelerim ve öngörülerim vardı. 1990’lı yıllarda “Yürek Sürgünü” adlı beşinci romanımda, ki budönem dünyada Sosyalizmin yıkıldığı dönemdi, “eski bir solcu”, “Müslüman gençler”le hareket etmeye başlıyordu. Yani ikisinin işbirliği içinde olabileceğine ilişkin tespitlerin edebiyata konması ilk o zamana denk gelir. O günlerde ilginç bir durum daha vardı. Milli Selamet Partisi yükseliyordu. Partinin özünde iki önemli açılım vardı: Batı karşıtıydı ve sanayileşmeyi savunuyordu.
Peki İhsan Hocam ilginizi nasıl çekti yani ne zaman ve nasıl romanınızdaki bir kahramana esin kaynağı oldu?
M.E: İhsan Eliaçık’ı güçlü olarak algılamam ilk kez bir televizyon programında oldu. Erol Yarar’ın sıçrayıp sıçrayıp oturmasını izlerken açıkçası çok zevk almıştım. Çünkü konuyu biz soldan tartışsaydık, söylediklerimiz pek de önemli olmazdı. Ama aynı konu Müslümanlık cephesinden ve Kur’an’ı referans vererek tartışılırken adamın aczi benim için çok çarpıcıydı. O zaman gördüm ki İhsan Eliaçık’la aslında çok da ayrı yerlerden gelmiyoruz. Vicdanımızın buluştuğu yerdeyiz
İhsan Bey, Mehmet Eroğlu’nun romanına esin verdiğinizi öğrenince siz hissetiniz?
İhsan Eliaçık: Türkiye’de bir takım mahalle duvarları örülmüş, bizler de bu mahallenin dışında kalan yalnız insanlarız. Bu mahalle duvarları yıkıldıkça da birbirimizi görüyoruz. Mehmet Eroğlu’nun dünyası ile onun dünyayı algılayışı; zengini, yoksulu anlayışı konusunda aynıyız. Aramızda fark yok. 1995’te çıkan üçüncü kitabımın adı “Devrimci İslam”dı. “Devrimci İslam” söylemi, siyasal içerik, yöntem ve metot meselesi olarak uzun süre tartışıldı. Şu anki AKP iktidarı o zaman Refah Partisi’ydi. Ben de o kültürün içinden geliyorum. Ama ben siyasi bir parti ile o sistemi değiştirmeyeceğini, aksine aynısı olunacağına inanıyordum. Bu yüzden “devrimci mücadele lazım” derdim. Ama onlar “parti kuracağız, oy alacağız, İslam Devleti kuracağız” söylemlerinde bulundu. Gün oldu, devran döndü, o kadrolar iktidara geldi. İsmet Özel, bir mısrasında “Her şey biz yaşarken oldu” der ya, öyle oldu. Bir sürü arkadaşımız bakan, belediye başkanı, daire başkanı oldu ve gözlerimizin önünde değiştiler, bir başka dünyaya göçüp gittiler ve gidenler de geri gelmedi. Bunlar benim zihin dünyamda ve ruh iklimimde derin etkiler uyandırdı. Dedim ki bu nasıl oluyor? Bir adam cipe binince, mahalleyi değiştirince, korumalarla gezmeye başlayınca nasıl oluyor da seni görmezden gelmeye başlıyor? Aynı dinden bahsediyorsak bu nasıl oluyor? Bunların dinleriyle benim dinim farklı mı demeye sorgulamaya başladım. Bu yüzden dini metinlere yeniden bakmak gerektiğini düşündüm ve tefsir yazdım: “Yaşayan Kur’an.” Bunları söyledikçe çevrem farklılaşmaya başladı.
ÖNCE “ESİNLENMİŞTİR” DEDİM
Aynı mahalleden geldiğiniz arkadaşlarınızla yollarınız ayrılırken Mehmet Eroğlu ile buluşmanızı nasıl yorumluyorsunuz?
İ.E: Bu roman, duvarları yıkan bir girişim. Bir başka kesimde görünen birisi, başka bir kesimdeki birisini alıyor ve bir romanda buluşturuyor. Bu çok önemli... İlk duyduğumda Önce “Esinlenmiştir” diye düşündüm. Ama kitabı okumaya başlayınca şaşırdım. Çünkü ben yazılarımı nerede görsem tanırım. Baktım, Hasan Hoca, benim sözlerimi söylüyor. Ve bunu muazzam bir kurgu ile yapmış. Romanda Hasan Hoca, benim yazılarımdan alıntılarla konuşuyordu. Ama öyle bir konuşuyordu ki okurken “Bu sözleri ben de böyle birilerine söylemek için yazmıştım” diyordum. Şöyle ki; yazılarımı yazarken karşımda biri vardır, onu tahayyül ederek yazarım. Mehmet Eroğlu’nun romanında Hasan Hoca da aynı tahayyül ettiğim kişilere karşı konuşuyordu.
M.E: Romanın en sağlam yerlerinden biridir, İhsan Bey’in bahsettiği bölüm. Uzun bir tartışma var orada. Aslında durum şu; insanlar aynı yöne tabii ki buluşurlar. Hasan Hoca’nın şöyle bir önemi var, o sadece bir din düşünürü değil aynı zamanda bir eylem adamı da.
İ.E: Gerçi karakter olarak bir-iki noktası bana uymuyor ama konuşma tarzı, misafirleri ağırlama biçimi, oturduğu yer benim yaşam tarzıma uyuyor. Benim de evim Fatih’te mesela...
M.E: Aaa! Bilmiyordum.
İ.E: Müsait olduğunuzda gelin ve görün isterim, Hasan Hoca’nın aynen evini göreceksiniz. Romanda anlattığınız sahnelerin hepsi benim evimde var. Tıpkı sizin romanda anlattığınız gibi bana da sık sık “Sen klasik din adamı değilsin” derler. Çünkü herkes yeşil sarıklı, bir ulu hoca bekliyor karşısında. Oysa yazdığım bir yazıda da söylediğim gibi Hz. Peygamber de yeşil sarıklı ulu hoca görünümlü değildi. Şu anda bilinen hâliyle molla, pir değildi. Uzun saçlı, saçlarını ikiye ayıran, genç görünümlü, aktif, dinamik, hayatın içinde birisiydi.
M.E: Devrimciydi.
Bir romana esin kaynağı olmanızla ilgili nasıl yorumlar alıyorsunuz?
İ.E: Roman sürekli masamın üzerinde. Her gelenle konusu oluyor. “Şunu okudunuz mu” diyorum. Şöyle bir bakıyor, sonra okumaya başlıyor. Kendini kaptırıyor insanlar. Romanın kendini içine çeken bir özelliği var, istersen ortasından başlansın. Okumaya başlayan yarım saat kafayı kaldırmıyor. Sonra da “Enteresan, gidip alacağım.” diyor.
“BİZ KİMİNLE İTTİFAK YAPTIK?”
Mehmet Bey, siz nasıl yorumlar alıyorsunuz?
M.E: Muhafazakar basından herhangi bir soru ya da tepki gelmedi. Konuşmak için erken, roman yeni çıktı.
Son yıllarda beş yıldızlı otellerdeki iftarlarla birlikte sol ve İslam kelimeleri yanyana gelmeye başladı...
M.E: Elhamdülillah solcuyuz! Böyle diyorum çünkü bunun bir hikâyesi var, yeri gelmişken anlatmak isterim: 1969’da bir gösteriden sonra polis bizi bir yere sıkıştırdı. “Burada ne arıyorsunuz?” diye. Çeyiz dükkanıydı, yanımızda da iki kız arkadaımız var, dedik “Nişanlanacağız, onun için geldik.” Ellerinde coplar dövecekler... Baktılar, inansınlar mı inanmasınlar mı? Toplum polisi, beni sınamaya başladı. “Söyle bakayım, Müslüman mısın?” dedi. “Evet” dedim. Pat küt giriştiler. “Elhamdülillah Müslüman’ım diyeceksin oğlum” dedi sonra. Aradan geçti birkaç sene, tutukluyum. Adını vermeyeyim, ünlü bir sıkıyönetim savcısı var. Sorguluyor “Komünist misin? Söyle!” Komünistim desem yedi buçuk yıl! Demesem kuyruğu, kulakları indireceğim. Sonunda ben de “Elhamdülillah komünistim!” dedim. O yüzden şimdi bir şey dediğim zaman “Elhamdülillah” derim.
Biriniz sol kültürden diğeriniz ise siyasal İslam hareketinden geliyorsunuz ki bu iki kültür birbirine uzaktır hatta zıttır.
İ.E: İslamcı hareketler içine girdim ve yargılandım da... Mamak’ta ve 28 Şubat’ta İslamcı hareket davalarım vardı. Mehmet Bey ise ‘68 kuşağından. Ben ‘78... Aramızda 8-10 sene var. Hep şu dikkatimi çekmiştir. O yıllarda İslami Sosyalizm adı altında basılan kitaplar vardı. Ama sonra her iki taraf da bunu analiz etmedi. Kavga çıktı, İslam bir tarafa düştü Sosyalizm bir tarafa... Binlerce kişi öldü ve 12 Eylül’de de her şey küt diye kesildi. Burada şimdi kocaman bir soru işareti var. O gün, bugündür kimse bu lafları ağzına almıyor. Biz konuştukça yeni yeni ortaya çıkıyor.
Sizin yan yana gelmeniz bizim için iyimser bir tablo mudur?
İ.E: İslami çevre zamanla kapılarını liberalizme ve liberallere açtı, hatta onları öğretmen belledi. Sosyalizm ve sosyalist dünyanın ise kapitalist dünyaya bir itirazı var. Sosyalist vicdan var. Ben de diyorum ki “benim okuduğum Kur’an’ı okuyanların yeri Kapitalist dünya olamaz, bu mümkün değil. Bu en fazla Sosyalist dünyanın, Sosyalist vicdanın durduğu yer olabilir.” Hatta şöyle demesi gerekir: Son iki yüz yılda ben dünyada yoktum, tarihten çekilmiştim. Sol biz yokken kapitalizme itirazda bulunmuş, sağ olsunlar, hadi şimdi kaldığımız yerden devam edelim!
M.E: Sosyalistler Sosyalist, Müslümanlar Müslüman... Kutsallığını bir kenara koyarak konuşursak, dinler, en saf biçimiyle yoksulların mutluluğu için öngörülmüştür. Bütün dinler hep ezilenlerin ideolojisi olarak ortaya çıkmıştır. Geriye doğru götürürseniz bu vicdanla ilgilidir. Biraz önce İhsan Eliaçık, Müslümanlar açısından kimlerle ittifak yaptığını söyledi. Peki, biz solcular kiminle ittifak yaptık Allah aşkına? Örgütlenmek önemlidir, sadaka kültürüyle olmaz diyen biriyle, kapitalizmle Müslümanlık bir araya gelemez diyen biriyle bir solcu pekala yan yana gelebilir. Ayrıca dini sadece bu muhafazakar denilen kesime bırakırsak eğer din Orta Anadolu, ataerkil bir yoruma indirgenir ve onlar her zaman dini sosyalizmin önüne bir duvar olarak ortaya koyar. Oysa bu ilişki çok rahat kurulabilir. 1965-68’lerde Türkiye İşçi Partisi’nin yoğun olarak oy almış belli bölgeler vardır. Bu bölgelerde daha sonra Milli Selamet Partisi büyük oy aldığını görürsünüz. Yani burada bir muhalefe var ve bu muhalefet sınıfsal bir konuma sahip. Hangi cepheden açılırsa, hangi kanaldan akarsa oradan kendini ifade etmeye çalışan bir muhalefet. Oysa şu an ortalık zengin muhafazakârlara kalıyor. Muhafazakârlar elbette çoğu konuda kapitalist zenginlerden hiç farkları yok. Allah inancı bir anda ikinci plana düşebiliyor. Mesela onların en çok dehşete düştükleri an, “paranı biriktirme, ihtiyacıdan fazlasını dağıt dendiği” an ortaya çıkıyor.
İ.E: O yüzden ben de onlara şöyle diyorum:İş yerinizde mescit açmakla ve işçilere iftar ve sahur yemeği vermekle kapitalizme alternatif olamazsınız. Bu kapitalizme alternatif olmak değil sadece abdest aldırmaktır.
Mehmet Bey, yoksa kaderimi mi çizdiniz?
Romandaki Hasan Hoca bazı özellikleri ile İhsan Bey’den farklı. Okurken bu farklılık size ne düşündürttü?
İ.E: Romancılar bir kahraman yaratırlar ve onların kaderlerini çizerler. Evlendirirler, boşandırırlar hatta öldürürler. Hasan Hoca, emekli bir profesör... Ben değilim. Bu benim bilinçli bir tutumumdu ama. Sivil alanda kalmak istedim. Sonra Hasan Hoca evli de... O yüzden okurken bir ara “Mehmet Bey kaderimi mi çiziyor yoksa” bile dedim. Sonunda da bir sürpriz var zaten.
M.E: Romanda Hasan Hoca’yı evlendirdik ama belki de şimdi sırada ona ilham veren İhsan Eliaçık vardır kim bilir!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder