Emile Ajar ve ‘‘Onca Yoksulluk Varken’’:
Minör Bir Edebiyat
Cihat Duman
Dildeki zehri
fark eder etmez metni terk edemiyorum. Kurmaca, zaten başlı başına
ters yüz eden bir evren. Bir de üstelik zehirli bir dil kullanılmışsa
yazarın dil dağarcığı, okurun dil dağarcığıyla boğuşma halinde kalır.
Bunun bir sonu
yok. Kazanan ve kaybeden kayıptır. Alışılagelmişi sarsan, kesinliği
olmayan, anlamı parçalı halde ileten veya iletmeye niyeti olmadığını
belli eden yazarlar vardır: Beckett, Salinger, Refik Halid Karay, Oğuz
Atay, Kurt Vonnegut, Ahmet Hamdi Tanpınar gibi.
İşte bu yazıyı
yazdıran Emile Ajar’ın Onca Yoksulluk
Varken kitabı, yukarıda bahsettiğim anlamda beni zehirleyen
bir kitap oldu. Metinle kurduğum ilişkinin yanı sıra Emile Ajar’ın
okuduğum diğer zehirlilerle olan ortak yönleri ve ayırt edici özellikleri
beni etkiledi.
Serbest dolaylı
anlatımın birinci tekil şahsın ağzından anlatıldığı türü etkileyicidir
(buna serbest dolaysız anlatım
diyelim). Fakat burada anlatımın gücüne güç katan ikinci bir etken
daha var: Kitabın künyesinde yazar olarak gözüken Emile Ajar’ın da
kurmaca olması. Çünkü Emile Ajar, Romain Gary’nin müstear adı.
Hani şu Godard’ın
ünlü À bout de souffle (Serseri
Aşıklar, 1960) filminde kalpleri mengeneye alan Jean Seberg’in kocası.
Ki kendisi Seberg’in intiharından üç yıl sonra bıraktığı intihar notunda,
“İntiharımın Seberg’le bir ilgisi yoktur,” diyebilmiştir (son cümlemdeki
Ece Ayhan etkili kan bilerek akıtıldı).
Barthesçı
bir “Yazarın Ölümü” burada bütün mecazlarından iki kere -hem müstearla
yazarak adı yok etmek, hem de bedensel intiharla dünyaya son vermek-
gerçekleşiyor.
Ölü bir orospunun
oğlu olan Momo (on üç yaşındadır), kendi ağzından başından geçenleri
anlatmaktadır. Momo, fahişelerin doğum yapmasının yasak olduğu
Fransa’da yanlışlıkla doğan orospu çocuklarına bakıcılık yapan Madam
Rosa’nın evinde diğer orospu çocuklarıyla birlikte kalmaktadır.
Rosa, eski
orospulardandır ve olayın geçtiği zamanlarda hasta ve yaşlıdır. Momo,
zamanla annesinin ölümüyle gerçeği öğrenir.
Ayrıca babasının
çıkıp gelmesi onu hiç şaşırtmaz. Hatta hesaplaşma gereği bile doğmaz.
Çünkü Momo,
yersiz yurtsuzdur. Uzun uzun anlatmak yerine deliller eşliğinde haz
ve ibret ile ilerlemek gerekiyor. Aşağıda romandan bazı bölümler
benim ekleyeceğim şerhlerle birlikte verilecektir:
“Böylece her yıl 3.000 köpeğin sevgisizlikten öldüğünü
anlattı” (s. 2).
Rosa, Momo’yu
dizinin dibine oturtarak Fransa’da tatile çıkanların köpeklerini
bahçelerine bağlayıp gittiğini anlatıyor. Bundan dolayı 3 bin köpeğin
öldüğünü rakam bildirerek anlatmak Rosa’nın Yahudi olması ve Hitler’in
elinden kıl payı kurtulmasıyla da ilişkilendirilmiş oluyor.
Bu durum romanın
başka yerinde açıkça anlatılmış, hatta Rosa’nın Hitler’in fotoğrafını
duvara astığını ve ona bakarak sakinleştiğini de müşahede ediyoruz.
Foucaultcu bir faşizm isteği var. Ayrıca köpeklerin bu durumda açlık
yerine sevgisizlikten öldüğünün belirtilmesi (sevgiye aç) tam
bir kapalı ironi.
“Uzun zaman arap olduğumu bilmedim çünkü kimse beni
aşağılamıyordu” (s. 3).
Momo’nun anne
ve babası Müslüman. Rosa’dan, Momo’yu Müslüman geleneklerine göre
yetiştirmelerini istemişler. Yukarıda alıntılanan cümle, devrin
Fransası’nda gettolarda yaşayan Cezayirlileri, genel anlamda ırkçılığı
ve nefret söylemini taşıyabilen bir cümledir.
Bu anlamda
minör bir edebiyattır Emile Ajar’ın yaptığı. Siyasal bir mesele ilettiği
için değil ifade ediş tarzı, sesi konuşan özneden alıp anonim ve ‘kişisel-öncesi’
bir söyleyişe yerleştirdiği için siyasaldır (Deleuze’ün ‘kolektif
kurgu’ dediği şey bu işte).
“Madam Rosa’nın evinde hemen hemen hepimiz orospu
çocuğuyduk” (s. 4).
Madam Rosa,
bu işi para karşılığında yapıyor. Çocukların aileleri her ay Rosa’ya
içinde para olan zarflar gönderiyorlar.
“Orospu nedir biliyor musun? Kendilerini kıçlarıyla
savunan insanlardır” (s. 10).
Roman boyunca
anlatıcı çocuk tarafından fahişelerin eylemi bir savunma biçimi
olarak anlatılıyor. Üreme organının belirtilmemesi ilginç. Emile
Ajar, Koca Tembel adlı romanındaysa
“idrar yolları organları ile yapılan
zina” (s. 78) diyerek lümpen
pezevenklerin sosyal zinalarına gönderme yapmayı ihmal etmiyor.
“‹nsanın hiçbir zaman bacakları olmaz içinde” (s. 35).
Serbest dolaysız
anlatımın belki de en keskin yeri burası. ‹ç dünyasından, düşüncelerinden
kaçmak isteyen bir çocuk tam bir edip veya filozof edasıyla konuşturuluyor.
Kendinden kaçamamanın bacakları. Gregor Samsa’nın bacakları. Eğilip
kendi yanaklarından öpememenin bacakları.
“Bi kere o bi aslan değil, dişi aslan” (s. 47).
Halüsinasyon.
Replik. Fakat burada kayda değer olan, aslan gibi eril bir hayvanın
dişi olanının altının bir çocuk tarafından çizilmesi. Müspet cinsiyetçilik.
Çiftleşme sonrası erkeğini yiyen dişi peygamberdevesinin haklılığı.
Küçük ölüm.
“Bana hep garip gelen gözyaşlarının doğmadan önce
programlanmış olmasıdır. Bu demektir ki ağlayacağımız önceden
saptanmış” (s. 55).
Ağlama, belki
de Marguerite Duras’ın Yaz Yağmuru’ndan
sonra en çok gözyaşı, bu romanda dökülüyor. “O kadar ağlıyordu ki çişim geldi” (s. 11) Momo’nun çişi,
sessiz gözyaşlarının uyarısı sonucu geliyor.
Çişşşşşşşşşşş. Daha
çok ağlayabilmek için çok su içen insanlar.
“Ondan sonra, Printemps’den bir çift eldiven yürüttüm,
gittim onları bir çöp tenekesine attım, iyi geldi” (s. 68).
Sıkıntıyı,
faydasız düşünceleri, gelecek kaygısını ve mağduriyeti dizge dışı
davranarak bedenden atma biçimi. Suç. Her tarafın çareyle dolduğu
ve çaresizliğin lüks olduğu bir zamanda yaşanıyor.
Mesela, parasızlık
en büyük lükslerden. Eylemsiz kalabilmenin şık bir gerekçesi. Çalıntı
emtianın -ki özelleştirilmiştir- kamu çöplüğüne atılarak tekrar
kamusallaştırılması. Çöp, eşitlik ilkesinin -belki de sosyal devlet
ilkesinin- önde gelen nişanelerindendir.
“‹nsan acı çekince gözleri büyür, eskisinden daha
anlamlı durur” (s. 71).
Bakınız: Cahit
Zarifoğlu ve Oğuz Atay’ın sıradan gençlik fotoğrafları ile yaşlılık
fotoğrafları arasındaki boşluğa bakış farkı. Düzenli yapılan yetimhane
ziyaretlerinde 14 yaşında doğmuş çocukların 70 yaşında gözleri.
Bakınız.
“Bir tek palyaçoların yoktur yaşam ve ölüm sorunları,
çünkü onlar dünyaya aile yoluyla teşrif etmezler. Doğa yasalarının
dışında yaratılmışlardır ve hiçbir zaman ölmezler, yoksa komik olmazdı”
(s. 74).
Dünyada bir ölüden daha komik bir şey olamaz diyen yazarı unuttum. Beckett
değilse eğer Ionesco’dur. Palyaço bir nevi ‘travesty’.
Güncel anlamda
kullanılan travestiden bahsetmiyorum. Komedi kuramında kavramsallaşan
ve yabancılaştırma etkisi yaratan bir kılık değiştirme. Kurmaca,
yani maske ardından konuşmak, kendine itimadı olmayanların sığınağıdır.
“Rosa’nın elini tuttuğum zamanki kadar bir daha
hiç dilememiştim polis olmayı, öylesine güçsüz hissediyordum kendimi” (s. 94).
Momo, kaçak
doğum yapmış bir orospunun oğlu olması sebebiyle polisten korkuyor.
Madam Rosa’nın evinde diğer orospu çocuklarıyla birlikte yaşadığı
ortaya çıkarsa o ve arkadaşları yetimhaneyi boylayacaklar.
Polis, devlet
iktidarının güç göstergesi olarak her tarafta gösterilen bir şey. Babam polistir, babam polistir. Sadece
polis olmak istenmez bu durumlarda. Polisin maddi ve manevi işkencesine
de ihtiyaç duyulur.
“Kolera suçsuz bir hastalıktı” (s. 100).
Kolerayı şahsileştirmek.
Kolera virüsüne karşı üretilen virüsler, sayıca fazla olmaları
nedeniyle çoğu zaman savaşı kazanırlar. Aşı dediğimiz şey, yararlı
virüslerin bedene demokrasi getirmek adına zavallı kolera virüslerini
faşistçe katletmeleridir.
“Doğanın yavaşça boğazını sıktığı, gözleri yuvalarından
fırlamış yaşlıları kürtaj etmek yasaktır” (s. 111).
Temelde romanın
önerdiği iki kavram var. Birisi orospuların yaptığı cinsel eylemi
bir savunma biçimi olarak üretmek (yukarıda değindim), diğeri de
ötenaziyi kürtajla açıklamak.
“Hayır, Momo’cuğum bunu yapamayız. Acısız ölümü
kesinlikle yasaklar yasalar. Burası uygar bir ülke. Neden söz ettiğini
bilmiyorsun sen” (s. 168).
Momo, hastalanan
Rosa’nın çektiği acıların son bulmasını istemektedir. Bu arada romanın
bu bölümünde küçük Momo’nun yaşlı ve hasta Rosa’ya karşı hissettikleri
belirmeye başlar. Bu tipik bir aşktır. Aşkla birlikte gelen öldürme
isteği.
“Annem kürtaj olmadığı gün, bir cinayet işledi” (s. 114).
“Mösyö Hamil henüz aramızdayken öbür dünyayı garanti
edenlerin şairler olduğunu söylerdi hep” (s. 114).
Ölümü sigortalayan,
öbür dünyayı garantiler.
“Neden bazı insanların her şeyi vardır? Hem çirkin,
hem yoksul, hem hastadırlar da birtakım insanların hiçbir şeyi yoktur,
anlamıyorum” (s. 155).
Tersinden
mülk. Çirkin, hasta, yoksul ve benzer haller tarafından konuşmak bir
tür minör edebiyattır. Beckett’in sakat karakterleri yazarın söyleyemeyeceklerini
çok büyük bir şiddetle söyleyebilirler. Anlatıcı, anlatıcı maskesi
ardında normal bir bireyin söyleyebileceği şeyleri sakat, yoksul
ve hastalara söyletir.
Örneğin Beckett’ın
Molloy adlı karakterinden bir cümle alıntılayalım: “O zaman anladım, biri sağlamlar, biri
sakatlar için iki yasa olmadığını; hayır, zenginlerle fakirler,
gençlerle yaşlılar, mutlularla mutsuzların uymak zorunda olduğu
tek bir yasa vardı.”
Ve son söz:
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder