roman cümlesi

"İnsan hayatı, okunması gerekli kitapların yanında çok, ama çok kısadır. İyi bir okuyucunun okuyabileceği kitap sayısı iki, üç bini geçmez. Bu nedenle asla rastgele okumamalıyız. Ben kitap değil, yazar okuyun derim." (Mehmet Eroğlu)

9 Temmuz 2012 Pazartesi

"Emile Ajar, 'Onca Yoksulluk Varken: Minör Bir Edebiyat"



Emile Ajar ve ‘‘Onca Yoksulluk Varken’’:
Minör Bir Edebiyat
Cihat Duman

Dil­de­ki zeh­ri fark eder et­mez met­ni terk ede­mi­yo­rum. Kur­ma­ca, za­ten baş­lı ba­şı­na ters yüz eden bir ev­ren. Bir de üs­te­lik ze­hir­li bir dil kul­la­nıl­mış­sa ya­za­rın dil da­ğar­cı­ğı, oku­run dil da­ğar­cı­ğıy­la bo­ğuş­ma ha­lin­de ka­lır.

Bu­nun bir so­nu yok. Ka­za­nan ve kay­be­den ka­yıp­tır. Alı­şı­la­gel­mi­şi sar­san, ke­sin­li­ği ol­ma­yan, an­la­mı par­ça­lı hal­de ile­ten ve­ya ilet­me­ye ni­ye­ti ol­ma­dı­ğı­nı bel­li eden yazar­lar var­dır: Bec­kett, Sa­lin­ger, Re­fik Ha­lid Ka­ray, Oğuz Atay, Kurt Von­ne­gut, Ah­met Ham­di Tan­pı­nar gi­bi.

İş­te bu ya­zı­yı yaz­dı­ran Emi­le Ajar’ın On­ca Yok­sul­luk Var­ken ki­ta­bı, yu­ka­rı­da bah­setti­ğim an­lam­da be­ni zehir­le­yen bir ki­tap ol­du. Me­tin­le kur­du­ğum iliş­ki­nin ya­nı sıra Emi­le Ajar’ın oku­du­ğum di­ğer ze­hir­li­ler­le olan or­tak yön­le­ri ve ayırt edi­ci özellik­le­ri be­ni et­ki­le­di.





Ser­best do­lay­lı an­la­tı­mın bi­rin­ci te­kil şah­sın ağ­zın­dan an­la­tıl­dı­ğı tü­rü et­ki­le­yi­ci­dir (bu­na ser­best do­lay­sız anlatım di­ye­lim). Fa­kat bu­ra­da an­la­tı­mın gü­cü­ne güç ka­tan ikin­ci bir et­ken da­ha var: Ki­ta­bın kün­ye­sin­de yazar ola­rak gö­zü­ken Emi­le Ajar’ın da kur­ma­ca ol­ma­sı. Çün­kü Emi­le Ajar, Ro­ma­in Gary’nin müs­te­ar adı.

Ha­ni şu Go­dard’ın ün­lü À bo­ut de so­uff­le (Ser­se­ri Aşık­lar, 1960) fil­min­de kalp­le­ri men­ge­ne­ye alan Je­an Seberg’in ko­ca­sı. Ki ken­di­si Se­berg’in in­ti­ha­rın­dan üç yıl sonra bı­rak­tı­ğı in­ti­har no­tun­da, “İn­ti­ha­rı­mın Seberg’le bir il­gi­si yok­tur,” di­ye­bil­miştir (son cüm­lem­de­ki Ece Ay­han et­ki­li kan bi­le­rek akı­tıl­dı).

Bart­hes­çı bir “Ya­za­rın Ölü­mü” bu­ra­da bü­tün me­caz­la­rın­dan iki ke­re -hem müs­te­ar­la ya­za­rak adı yok et­mek, hem de be­den­sel in­ti­har­la dün­ya­ya son ver­mek- ger­çek­le­şi­yor. 

Ölü bir oros­pu­nun oğ­lu olan Mo­mo (on üç ya­şın­da­dır), ken­di ağ­zın­dan ba­şın­dan ge­çen­le­ri an­lat­mak­ta­dır. Mo­mo, fa­hi­şe­le­rin do­ğum yap­ma­sı­nın ya­sak ol­du­ğu Fransa’da yan­lış­lık­la do­ğan oros­pu ço­cuk­la­rı­na ba­kı­cı­lık ya­pan Ma­dam Ro­sa’nın evin­de di­ğer oros­pu ço­cuk­la­rıy­la bir­lik­te kal­mak­ta­dır.

Ro­sa, es­ki oros­pu­lar­dan­dır ve ola­yın geç­ti­ği za­man­lar­da has­ta ve yaş­lı­dır. Mo­mo, za­man­la an­ne­si­nin ölü­müy­le ger­çe­ği öğ­re­nir.

Ay­rı­ca ba­ba­sı­nın çı­kıp gel­me­si onu hiç şa­şırt­maz. Hat­ta he­sap­laş­ma ge­re­ği bi­le doğ­maz.

Çün­kü Mo­mo, yer­siz yurt­suz­dur. Uzun uzun an­lat­mak ye­ri­ne de­lil­ler eş­li­ğin­de haz ve ib­ret ile iler­le­mek gereki­yor. Aşa­ğı­da ro­man­dan ba­zı bö­lüm­ler be­nim ek­le­ye­ce­ğim şerh­ler­le bir­lik­te ve­ri­le­cek­tir:
“Böy­le­ce her yıl 3.000 kö­pe­ğin sev­gi­siz­lik­ten öl­dü­ğü­nü an­lat­tı” (s. 2).

Ro­sa, Mo­mo’yu di­zi­nin di­bi­ne otur­ta­rak Fran­sa’da ta­ti­le çı­kan­la­rın kö­pek­le­ri­ni bah­çe­le­ri­ne bağ­la­yıp git­ti­ği­ni an­la­tı­yor. Bun­dan do­la­yı 3 bin kö­pe­ğin öl­dü­ğü­nü ra­kam bil­di­re­rek an­lat­mak Ro­sa’nın Ya­hu­di ol­ma­sı ve Hitler’in elin­den kıl pa­yı kur­tul­ma­sıy­la da iliş­ki­len­di­ril­miş olu­yor.

Bu du­rum ro­ma­nın baş­ka ye­rin­de açık­ça an­la­tıl­mış, hat­ta Ro­sa’nın Hit­ler’in fo­toğ­ra­fı­nı du­va­ra as­tı­ğı­nı ve ona ba­ka­rak sa­kin­leş­ti­ği­ni de mü­şa­he­de edi­yo­ruz. Fo­uca­ult­cu bir fa­şizm is­te­ği var. Ay­rı­ca kö­pek­le­rin bu du­rum­da aç­lık ye­ri­ne sev­gi­siz­lik­ten öl­dü­ğü­nün be­lir­til­me­si (sev­gi­ye aç) tam bir ka­pa­lı iro­ni.

“Uzun za­man arap ol­du­ğu­mu bil­me­dim çün­kü kim­se be­ni aşa­ğı­la­mı­yor­du” (s. 3).

Mo­mo’nun an­ne ve ba­ba­sı Müs­lü­man. Ro­sa’dan, Mo­mo’yu Müs­lü­man ge­le­nek­le­ri­ne gö­re ye­tiş­tir­me­le­ri­ni is­te­miş­ler. Yu­ka­rı­da alın­tı­la­nan cüm­le, dev­rin Fran­sa­sı’nda get­to­lar­da ya­şa­yan Ce­za­yir­li­le­ri, ge­nel an­lam­da ırk­çı­lı­ğı ve nef­ret söy­le­mi­ni ta­şı­ya­bi­len bir cüm­le­dir.

Bu an­lam­da mi­nör bir ede­bi­yat­tır Emi­le Ajar’ın yap­tı­ğı. Si­ya­sal bir me­se­le ilet­ti­ği için de­ğil ifa­de ediş tar­zı, se­si ko­nu­şan öz­ne­den alıp ano­nim ve ‘ki­şi­sel-ön­ce­si’ bir söy­le­yi­şe yer­leş­tir­di­ği için si­ya­sal­dır (De­leu­ze’ün ‘ko­lek­tif kur­gu’ de­di­ği şey bu iş­te).

“Ma­dam Ro­sa’nın evin­de he­men he­men he­pi­miz oros­pu ço­cu­ğuy­duk” (s. 4).

Ma­dam Ro­sa, bu işi pa­ra kar­şı­lı­ğın­da ya­pı­yor. Ço­cuk­la­rın ai­le­le­ri her ay Ro­sa’ya için­de pa­ra olan zarf­lar gön­de­ri­yor­lar.

“Oros­pu ne­dir bi­li­yor mu­sun? Ken­di­le­ri­ni kıç­la­rıy­la sa­vu­nan in­san­lar­dır” (s. 10).

Ro­man bo­yun­ca an­la­tı­cı ço­cuk ta­ra­fın­dan fa­hi­şe­le­rin ey­le­mi bir sa­vun­ma bi­çi­mi ola­rak an­la­tı­lı­yor. Üre­me orga­nı­nın be­lir­til­me­me­si il­ginç. Emi­le Ajar, Ko­ca Tem­bel ad­lı ro­ma­nın­day­sa “id­rar yol­la­rı or­gan­la­rı ile yapı­lan zi­na” (s. 78) di­ye­rek lüm­pen pe­ze­venk­le­rin sos­yal zi­na­la­rı­na gön­der­me yap­ma­yı ih­mal et­mi­yor.

“‹n­sa­nın hiç­bir za­man ba­cak­la­rı ol­maz için­de” (s. 35).
Ser­best do­lay­sız an­la­tı­mın bel­ki de en kes­kin ye­ri bu­ra­sı. ‹ç dün­ya­sın­dan, dü­şün­ce­le­rin­den kaç­mak is­te­yen bir ço­cuk tam bir edip ve­ya fi­lo­zof eda­sıy­la ko­nuş­tu­ru­lu­yor. Ken­din­den ka­ça­ma­ma­nın ba­cak­la­rı. Gre­gor Samsa’nın ba­cak­la­rı. Eği­lip ken­di ya­nak­la­rın­dan öpe­me­me­nin ba­cak­la­rı.

“Bi ke­re o bi as­lan de­ğil, di­şi as­lan” (s. 47).

Ha­lü­si­nas­yon. Rep­lik. Fa­kat bu­ra­da kay­da de­ğer olan, as­lan gi­bi eril bir hay­va­nın di­şi ola­nı­nın al­tı­nın bir çocuk ta­ra­fın­dan çi­zil­me­si. Müs­pet cin­si­yet­çi­lik. Çift­leş­me son­ra­sı er­ke­ği­ni yi­yen di­şi pey­gam­ber­de­ve­si­nin hak­lı­lı­ğı. Kü­çük ölüm.

“Ba­na hep ga­rip ge­len göz­yaş­la­rı­nın doğ­ma­dan ön­ce prog­ram­lan­mış ol­ma­sı­dır. Bu de­mek­tir ki ağ­laya­ca­ğı­mız ön­ce­den sap­tan­mış” (s. 55).

Ağ­la­ma, bel­ki de Mar­gu­eri­te Du­ras’ın Yaz Yağ­mu­ru’ndan son­ra en çok göz­ya­şı, bu ro­man­da dö­kü­lü­yor. “O ka­dar ağ­lı­yor­du ki çi­şim gel­di” (s. 11) Mo­mo’nun çi­şi, ses­siz göz­yaş­la­rı­nın uya­rı­sı so­nu­cu ge­li­yor. 

Çişşşşşşşşşşş. Da­ha çok ağ­la­ya­bil­mek için çok su içen in­san­lar.

“On­dan son­ra, Prin­temps’den bir çift el­di­ven yü­rüt­tüm, git­tim on­la­rı bir çöp te­ne­ke­si­ne at­tım, iyi geldi” (s. 68).

Sı­kın­tı­yı, fay­da­sız dü­şün­ce­le­ri, ge­le­cek kay­gı­sı­nı ve mağ­du­ri­ye­ti diz­ge dı­şı dav­ra­na­rak be­den­den at­ma bi­çi­mi. Suç. Her ta­ra­fın ça­rey­le dol­du­ğu ve ça­re­siz­li­ğin lüks ol­du­ğu bir za­man­da ya­şa­nı­yor.

Me­se­la, pa­ra­sız­lık en bü­yük lüks­ler­den. Ey­lem­siz ka­la­bil­me­nin şık bir ge­rek­çe­si. Ça­lın­tı em­tia­nın -ki özelleştiril­miş­tir- ka­mu çöp­lü­ğü­ne atı­la­rak tek­rar ka­mu­sal­laş­tı­rıl­ma­sı. Çöp, eşit­lik il­ke­si­nin -bel­ki de sos­yal dev­let ilke­si­nin- ön­de ge­len ni­şa­ne­le­rin­den­dir.

“‹n­san acı çe­kin­ce göz­le­ri bü­yür, es­ki­sin­den da­ha an­lam­lı du­rur” (s. 71).

Ba­kı­nız: Ca­hit Za­ri­foğ­lu ve Oğuz Atay’ın sı­ra­dan genç­lik fo­toğ­raf­la­rı ile yaş­lı­lık fo­toğ­raf­la­rı ara­sın­da­ki boş­lu­ğa ba­kış far­kı. Dü­zen­li ya­pı­lan ye­tim­ha­ne zi­ya­ret­le­rin­de 14 ya­şın­da doğ­muş ço­cuk­la­rın 70 ya­şın­da göz­le­ri. Bakınız.

“Bir tek pal­ya­ço­la­rın yok­tur ya­şam ve ölüm so­run­la­rı, çün­kü on­lar dün­ya­ya ai­le yo­luy­la teş­rif etmezler. Do­ğa ya­sa­la­rı­nın dı­şın­da ya­ra­tıl­mış­lar­dır ve hiç­bir za­man öl­mez­ler, yok­sa ko­mik ol­maz­dı” (s. 74).

Dün­ya­da bir ölü­den da­ha ko­mik bir şey ola­maz di­yen ya­za­rı unut­tum. Bec­kett de­ğil­se eğer Io­nes­co’dur. Pal­ya­ço bir ne­vi ‘tra­vesty’.

Gün­cel an­lam­da kul­la­nı­lan tra­ves­ti­den bah­set­mi­yo­rum. Ko­me­di ku­ra­mın­da kav­ram­sal­la­şan ve ya­ban­cı­laş­tır­ma et­ki­si ya­ra­tan bir kı­lık de­ğiş­tir­me. Kur­ma­ca, ya­ni mas­ke ar­dın­dan ko­nuş­mak, ken­di­ne iti­ma­dı ol­ma­yan­la­rın sığı­na­ğı­dır.

“Ro­sa’nın eli­ni tut­tu­ğum za­man­ki ka­dar bir da­ha hiç di­le­me­miş­tim po­lis ol­ma­yı, öy­le­si­ne güç­süz hisse­di­yor­dum ken­di­mi” (s. 94).

Mo­mo, ka­çak do­ğum yap­mış bir oros­pu­nun oğ­lu ol­ma­sı se­be­biy­le po­lis­ten kor­ku­yor. Ma­dam Ro­sa’nın evinde di­ğer oros­pu ço­cuk­la­rıy­la bir­lik­te ya­şa­dı­ğı or­ta­ya çı­kar­sa o ve ar­ka­daş­la­rı ye­tim­ha­ne­yi boy­la­ya­cak­lar.

Po­lis, dev­let ik­ti­da­rı­nın güç gös­ter­ge­si ola­rak her ta­raf­ta gös­te­ri­len bir şey. Ba­bam po­lis­tir, ba­bam po­lis­tir. Sa­de­ce po­lis ol­mak is­ten­mez bu du­rum­lar­da. Po­li­sin mad­di ve ma­ne­vi iş­ken­ce­si­ne de ih­ti­yaç du­yu­lur.

“Ko­le­ra suç­suz bir has­ta­lık­tı” (s. 100).

Ko­le­ra­yı şah­si­leş­tir­mek. Ko­le­ra vi­rü­sü­ne kar­şı üre­ti­len vi­rüs­ler, sa­yı­ca faz­la ol­ma­la­rı ne­de­niy­le ço­ğu za­man sa­va­şı ka­za­nır­lar. Aşı de­di­ği­miz şey, ya­rar­lı vi­rüs­le­rin be­de­ne de­mok­ra­si ge­tir­mek adı­na za­val­lı ko­le­ra vi­rüs­leri­ni fa­şist­çe kat­let­me­le­ri­dir.

“Do­ğa­nın ya­vaş­ça bo­ğa­zı­nı sık­tı­ğı, göz­le­ri yu­va­la­rın­dan fır­la­mış yaş­lı­la­rı kür­taj et­mek ya­sak­tır” (s. 111).

Te­mel­de ro­ma­nın öner­di­ği iki kav­ram var. Bi­ri­si oros­pu­la­rın yap­tı­ğı cin­sel ey­le­mi bir sa­vun­ma bi­çi­mi ola­rak üret­mek (yu­ka­rı­da de­ğin­dim), di­ğe­ri de öte­na­zi­yi kür­taj­la açık­la­mak.

“Ha­yır, Mo­mo’cu­ğum bu­nu ya­pa­ma­yız. Acı­sız ölü­mü ke­sin­lik­le ya­sak­lar ya­sa­lar. Bu­ra­sı uy­gar bir ülke. Ne­den söz et­ti­ği­ni bil­mi­yor­sun sen” (s. 168).

Mo­mo, has­ta­la­nan Ro­sa’nın çek­ti­ği acı­la­rın son bul­ma­sı­nı is­te­mek­te­dir. Bu ara­da ro­ma­nın bu bö­lü­mün­de küçük Mo­mo’nun yaş­lı ve has­ta Ro­sa’ya kar­şı his­set­tik­le­ri be­lir­me­ye baş­lar. Bu ti­pik bir aşk­tır. Aşk­la bir­lik­te ge­len öl­dür­me is­te­ği.

“An­nem kür­taj ol­ma­dı­ğı gün, bir ci­na­yet iş­le­di” (s. 114).

“Mös­yö Ha­mil he­nüz ara­mız­day­ken öbür dün­ya­yı ga­ran­ti eden­le­rin şa­ir­ler ol­du­ğu­nu söy­ler­di hep” (s. 114).

Ölü­mü si­gor­ta­la­yan, öbür dün­ya­yı ga­ran­ti­ler.

“Ne­den ba­zı in­san­la­rın her şe­yi var­dır? Hem çir­kin, hem yok­sul, hem has­ta­dır­lar da bir­ta­kım insanların hiç­bir şe­yi yok­tur, an­la­mı­yo­rum” (s. 155).

Ter­sin­den mülk. Çir­kin, has­ta, yok­sul ve ben­zer hal­ler ta­ra­fın­dan ko­nuş­mak bir tür mi­nör ede­bi­yat­tır. Beckett’in sa­kat ka­rak­ter­le­ri ya­za­rın söy­le­ye­me­ye­cek­le­ri­ni çok bü­yük bir şid­det­le söy­le­ye­bi­lir­ler. An­la­tı­cı, anla­tı­cı mas­ke­si ar­dın­da nor­mal bir bi­re­yin söy­le­ye­bi­le­ce­ği şey­le­ri sa­kat, yok­sul ve has­ta­la­ra söy­le­tir.

Ör­ne­ğin Bec­kett’ın Mol­loy ad­lı ka­rak­te­rin­den bir cüm­le alın­tı­la­ya­lım: “O za­man an­la­dım, bi­ri sağ­lam­lar, biri sa­kat­lar için iki ya­sa ol­ma­dı­ğı­nı; ha­yır, zen­gin­ler­le fa­kir­ler, genç­ler­le yaş­lı­lar, mut­lu­lar­la mutsuzla­rın uy­mak zo­run­da ol­du­ğu tek bir ya­sa var­dı.”

Ve son söz:

“Ge­ce üşü­düm, kalk­tım git­tim, Ma­dam Ro­sa’nın üze­ri­ne bir bat­ta­ni­ye at­tım” (s. 176).

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder